“Tarih boyunca biz Türklerin iki temel mesleği olmuştur, bunlardan biri askerliktir, diğeri de tarım ve hayvancılıktır. Son yıllarda yaşadığımız gelişmeler, bize bu iki alanı çok sıkı tutmamızın şart olduğunu gösteriyor. Askerliği sıkı tutmazsak vatanımızı koruyamayız, tarım ve hayvancılığı sıkı tutmazsak da özellikle kriz dönemlerinde onurumuzu muhafaza edemeyiz…"
R.Tayyip ERDOĞAN


Yukarıda yer alan değerlendirme tarım, hayvancılık ve gıda konusunda olanca karamsarlığımıza ragmen, Sayın Cumhurbaşkanının bilinenin aksine büyük duyarlılık gösterdiğini görmemiz üzerine kaleme alınmıştır.

Rakamlara, detaylara girmeden konuyu bir kaç başlık altında değerlendireceğiz.

Temel stratejik alan olarak Tarım Hayvancılık ve Gıda;

Dünya üzerinde yaklaşık 1 milyar insanın açlık-kıtlık ortamında yaşadığını, dünyada siyasi-askeri dengelerin tesis edilmesinde ülkelerin askeri potansiyelleri kadar tarımsal üretim ve beslenme becerilerinin de etkin olduğu her alanda görülmektedir.

En son Katar krizinde yaşananlar Tarımsal Üretim ve Hayvancılık ve de gıda konusunun ne kadar önemli olduğunu bize açık bir şekilde göstermiştir. Bir ülkenin bu alanlarda dışa bağımlılığı hem ciddi manada gücünü kaybetmesine hem de bunun neticesinde onurlu bir yaşam sürmesine mani olmaktadır.

Bölgesel bir güç olma iddiasında olan ülkemizin bu alanlarda uzun vadeli kalıcı politikalar ve çözümler üretmesi zorunludur. Bu nedenle konu ertelenemez ve savsaklanamaz ciddi stratejik bir önem arzetmektedir.

Tarıma dayalı nüfus ve üretim geleneği ;

Türkiye'nin AB süreci ile birlikte tarıma dayalı nüfusu dayatmalarla düşürme çabası 80'li yıllardan itibaren terör göçleriyle birleşince AB kriterleri açısından başarılı sonuçlar verse de ülkenin sosyo-ekonomik yapısında ciddi sorunlara neden olmuştur.

Şehirleşme süreçleri bütün fiziki, sosyal ve kültürel süreçleri örülerek geliştirilmediğinden çarpık kentleşme yaygın bir şekilde gerçekleşmiş, göç edenler şehirlerin çevresinde kötü koşullarda yaşamak ve çalışmak zorunda kalmışlardır. Kendi kendilerine yeterli olamayan vatandaşlar (yaklaşık 15 milyon kişi, bütün Balkan ülkelerinden daha fazla bir sayı) devletin sosyal yardım politikalarıyla ayakta tutulmaktadır. Kırsalda bir şekilde kendi kendine yeten, üretime katkı sağlayan, üretim gelenek ve bilgisini taşıyan bu kesimlerin kente göçü hem ülkeye sosyo-ekonomik bir yük getirmiş hem de üretim alanında gerilemelere neden olmuştur. Yani ülke her iki alanda da kayıba uğramıştır.

Gelinen nokta itibariyle köyler boşalmış, üretim geleneği zayıflamış, şehirlerde milyonlarca insan bakıma muhtaç hale düşmüş, tarımsal alanda ithalat hızla artmış, tarım arazileri kaybedilmiş, parçalanmış işlenmez-işlenemez hale gelmiştir.

Tarımsal araziler, destekler ve planlamalar ;

Tarımsal araziler, gerek inşaat rantı ve sanayileşme ile yağmalanmak suretiyle ( son 15 yılda Trakya büyüklüğünde bir alan) hızla azalırken, diğer taraftan şehre göç ve miras yolu ile parçalanma neticesinde işlenmeyerek üretimin ve ekonominin dışına itilmiştir. Bunun yanı sıra bilinçsiz ilaçlama, gübreleme ve sulamanın tahrip ettiği tarımsal alanların ölçümünü yapmak bile mümkün değildir.

Onlarca yıldır konuşulan ve AK PARTİ hükümetinin ilk döneminde çalışmaları yapılan tarımsal planlamaya esas havza esaslı üretime hala geçilememiştir. Tarımsal destekler uzun vadeli sorunları temelden çözecek bir yaklaşımla değil, konjönktüre bağlı sıkıntılara yönelik günü kurtarmaya matuf olarak yapılmıştır. Günü kurtaran destekleme politikaları uzun vadede sorunların birikmesine, çözüm maliyetinin yükselmesine ve en sonunda ülkenin tarım ve hayvancılık alanında ciddi bir ithalatçı durumuna düşmesine neden olmuştur.

Tarım ve hayvancılık destekleri adeta küçük aile işletmelerini tahrip edecek, ortadan kaldıracak şekilde uygulanmış, mesele kapitalist, tamamen kar odaklı düşünüldüğünden büyük işletme ve sermaye sahiplerine imtiyaz tanınmıştır. Bu yanlış ve hala devam eden politikalar nedeniyle aile işletme sayıları azalmış, aileler selameti şehre göçmekte ve ucuz işgücü olarak çalışmakta bulmuşlardır.

İmtiyaz sağlanan büyük işletme ve sermaye sahipleri ise bu destekleri genellikle maksada matuf kullanmamışlardır. Bu nedenle Anadolu'nun kırsalında dolaştığınızda harabe birçok hayvan barınağı, kümes v.s görebilirsiniz. Hatta bazı alanlarda aile tipi işletmelerin azalması nedeniyle tekelleşmeler yaşanmış ve zaman zaman bu kesimlerden Bakan düzeyinde spekülatörler olarak bahsedilmiştir.

Çiftçi örgütleri ve denetimleri ;

Tarım Kredi Kooperatifleri, Ziraat odaları, Üretici-yetiştirici birlikleri, Pancar kooperatifleri gibi onlarca çiftçi kuruluşu ile oldukça örgütlü görünen üretici -yetiştiricilerin bırakın ülkede etkin bir sosyo-ekonomik kesim olmayı kendi kurumlarında dahi şekli olmaktan öte bir etkinliği bulunmamaktadır. Bu çiftçi örgütlerinin yönetimlerine ve icraatlarına baktığımızda bunu net bir şekilde görmek mümkündür.

Bu çiftçi örgütlerinde koltuğa bir kere oturanlar organize ettikleri seçim süreçleri ve siyasi iktidardan destek sağlamalarıyla uzun yıllar görevlerine devam etmekteler. Bu yöneticiler koltuklarda oturmayı ortaklarına-üyelerine hizmet etmeye değilde siyasi iktidar ve bazı sermaye gruplarına borçlu olduklarından üretici ve yetiştiricilere gereken önemi ve gerekli hizmeti vermemektedirler.

Bu alanda örnek çalışmalar sergileyen az da olsa çiftçi kuruluşları mevcut olup, burada ürün yelpazesi, markalaşma, sosyal projeler ve ortak ürünlerini değerlendirme konusunda başarılı çalışmalar yapan Konya Şeker-Torku'dan bahsetmemek haksızlık olacaktır.

Diğer taraftan ciddi sorunları olan üretici-yetiştirici kesimin en önemli meslek örgütü Ziraat odaları hemen hemen hiç bir ciddi sorun konusunda hükümete ve ilgili makamlara konuları iletmemiş, mücadele sergilememiş tam tersine devlet bürokrasisinin bir parçası gibi hareket etmiş salon toplantılarında protokol sıralarında yer almak ve alkış yağdırmaktan öte bir faaliyeti olmamıştır.

Yine aynı şekilde en büyük çiftçi kooperatifi olan Tarım Kredi Kooperatifleri ülkeye ve çiftçilere sağladığı hizmetlerle değil, alınan yüksek maaşlar, batan- zarar eden (sadece bir şirkette- Tarım Kredi Gıda A.Ş- batan miktar yaklaşık 500 milyon TL) şirketler, rantı yüksek araziler ve bazı sermaye gruplarına yapılan kıyaklarla gündeme gelmiştir. 1.1 milyon ortağı olan kurumda yaşananlarla ilgili ne kurum denetçileri ne de bakanlık herhangi bir işlem yapmadıkları gibi bu skandalları ortaya çıkaran, gündeme getirenlere karşı kurum idarecileri tarafından olmadık yöntemlere başvurulmuştur.

Hemen hemen bütün çiftçi örgütleri işlevlerini yerine getirmekten uzak, bazı kişi ve gruplar tarafından işgal edilmiş, sistemli bir şekilde istismar edilir konumda olup, devlet bu hayati konuda gerekli düzenleme ve denetimleri yapmaktan uzak ve duyarsız bir duruş sergilemektedir.

İthalat politikaları ;

Yaklaşık 30 yıl önce tarım ve hayvancılık alanında (doğal olarak gıda dahil) kendi kendine yeterli sayılı ülkelerden birisi olan ülkemiz 90'lı yılların ikinci yarısından itibaren Tarım ve Hayvancılık alanında ithalata başlamış 2000'li yıllardan sonra ithalat artarak devam etmiş ve bugün itibariyle dramatik bir hal almıştır.

İthalatın yaygın olduğu bir yerde kaçakçılığında sistemli ve büyük ölçekli olması kaçınılmaz olduğundan çevre ülkelerin sınır güvenliğinin zayıf olması nedeniyle kaçakçılıkta önemli bir sektör haline gelmiştir. Meyve sebze hariç diğer bütün alanlarda ülkemiz hububatından, bakliyatına ithalatçı durumunda olup ithalat genel bir yöntem haline dönüştükçe üretim azalmakta üretim azaldıkça ithalat artmaktadır.

Bu sarmalın birkaç yıl daha devam etmesi durumunda ülkemiz geri dönülemez bir noktaya gelecek, hem gerçek bir bölgesel güç olma iddiasını kaybedecek hem de Sayın Cumhurbaşkanının ifadesi ile onurunu kaybedecektir.

İthalatın hızla ve her alanda artmasının temel müsebbibi ilgili kamu bürokrasisi ve sivil partneri çiftçi örgütleridir. Bu her iki yapının da konunun ehemniyetine vakıf olmamaları , kısa vadeli çözümlerle günü kurtarmaktan öte çabalarının olmaması, işgal ettikleri koltuklarda ülkeye hizmet ederek değil siyaset-sermaye gruplarına şirinlik yaparak kalma çabaları tarım ve hayvancılığı felakete götürmektedir.

Son yıllarda Tarımsal ürünler ve Hayvancılık alanında ithalattan ciddi kazançlar elde eden sermaye gruplarının ortaya çıkması ve bunların çiftçi örgütleride dahil politika koyucu siyasi, bürokratik çevreleri etkilemesi (…) büyük ve etkili bir ithalat sektörü ortaya çıkarmıştır. Daha acısı bu sector ülkenin tarım ve hayvancılık politikasına milyonlarca üreticiden daha fazla tesir etmekte ve yön vermektedir. (bu satırlar yazılırken Tarımsal ve Hayvansal ürün ithalatıyla ilgili milyonlarca üretici-yetiştirici ve ülkenin aleyhine olan yeni gümrük düzenlemeleri yapıldığını öğrendik)

Sonuç olarak ;

Meseleye salon toplantıları ve medya algısı düzleminde yaklaşan Tarım ve Hayvancılık bürokrasisi ve çiftçi kuruluşları gelinen nokta itibariyle görevlerini tam olarak yerine getiremediklerinden aynı kadro ve anlayışın önümüzdeki dönemde çözüm üretmesini beklemek pek doğru bir yaklaşım olmayacaktır.

Tarım ve Hayvancılık olarak 20 milyon kişiyi, gıda olarak 80 milyon kişiyi ilgilendiren bu meselenin daha vahim ve dönülemez bir noktaya gelmeden mecrasına sokulabilmesi için, Sayın Cumhurbaşkanının “milli onur" düzleminde önemsediği ve stratejik anlam yüklediği şekilde konuyu iş-kazanç kapısı olarak değil milli bir mesele olarak gören her gruptan katılımcı çalışma gruplarının oluşturulması ve icranın Cumhurbaşkanlığı makamınca tesis-takip edilmesi gerekmektedir.

Unutmayalım, Gıdayı kontrol edersen, insanları kontrol edersin" diyor karanlıklar prensi BRZEZİNSKİ. Ve 80 milyon nüfusu olan bir ülkede kriz (Allah korusun) durumunda Katar'da olduğu gibi 3-5 uçakla gıda getirip durumu kurtaramayız.