Yüz yılladır Anadolu toprakları binlerce medeniyeti beslemiş ve ev sahipliği yapmış.

Mustafa Kemal ATATÜRK'ÜN ''Milli Ekonominin Temeli Ziraattır'' sözü aslında tarihsel gerçekliği olan bu topraklarda yaşamanın felsefesini kurgulayan bir tespittir.

Şeker fabrikalarının peşkeş çekilmesi

Yerli tohum kullanımının yasaklanması

Çiftçinin haciz edilen arazileri

Gübreleme ile çölleşen tarım arazileri

Ülkemizde yetişebilen hemen hemen her ürünün ithal edilmesi

Hayvancılığın yanlış politikalarla bitirilmesi

Daha birçok tarımın yok edilmesinin önünü açan yanlış politikalar ve yarını düşünülmeden uluslararası platformlarda atılan imzalar.

1 Ocak 1996 tarihinde ''Globalleşen Dünya'' gibi şeker gibi kelimelerle süslenerek davullarla zurnalarla Gümrük Birliği üyesi olduk ve Türkiye AB sanayi mallarına uygulanan gümrük vergilerini kaldırdı.

22 sene sonra rekabet edemeyen üretime dayanmayan ekonominin erimesini hepimiz hisseder olduk. Yapılması gereken şeker tadında sloganlarla, süslü kelimelerle değil gerçek manada YERLİ VE MİLLİ ekonomik kalkınma modellerini uygulamaktan geçiyor.

Sadaka toplumu yaratan üretime dayanmayan yanlış politikalarla toplumun inşası mümkün değildir. Çiftçiye destekleme, fakir fukaraya kömür makarna yardımı gibi yardımlarla değil, üretip hakkını alan emekten yana olan ürettiğini satan bir ulus yaratmak her MİLLİ HÜKÜMETİN görevidir.

Her şeyi satarak oluşturulmak istenen ekonomik modellerin için sadece hazıra dağ dayanmaz desek gayet açıklayıcı olur sanırım.

1996 yılında kapitalizmin bu ülkeye ektiği küresel sermaye tohumları bugün filizlenirken hükümetin yapması gereken ayrık otu gibi bunları ülke topraklarından temizleyerek köylüsüne milletine ve dolaysıyla ülke ekonomisine hizmet edecek politikaları biran önce uygulamaya koymasıdır.

Oyun gerçekten büyük ve oynanan bu oyunu görmemek için diretilen ekonomik politikalar ve maalesef bu politikaların destekçisi bir hükümet bu çıkmazdan çıkmalı insan odaklı toplumun faydasına dokunan hamlelerle yaşamı güncellemelidir.