Mersin’in sıcağı, tozlu yolları ve narenciye kokusuyla bezeli pazarları, bir zamanlar Türkiye’nin bereketinin aynasıydı. Ama geçtiğimiz hafta, Gaziantep’ten Antalya’ya uzanan bir yolculukta, Mersinli bir dostumun ağzından dökülen tek bir cümle, bu bereketin çatırdadığını tokat gibi yüzüme vurdu.
Bir demet maydanoz. Basit, sıradan, her sofranın yeşil müdavimi. Ama bu cümle, sıradan bir pazar anekdotu değil; toprağın, çiftçinin, memleketin kanayan bir yarası. Mersin, Çukurova’nın kalbi, Türkiye’nin tarım ambarı, artık kendi maydanozunu üretemiyor mu? Eğer öyleyse, bu bir hikaye değil, bir felaketin habercisi.
Kuruyan Toprak, Çöken Hayaller
Mersin’in pazar tezgahlarında Ankara’dan gelen maydanozlar, sadece bir sebzenin yolculuğunu değil, bir ülkenin tarım politikalarının iflasını anlatıyor. İklim değişikliği, artık masa başı tartışmalarında soyut bir kavram değil; tarlada, serada, çiftçinin alın terinde somut bir gerçek. Her yıl biraz daha erken gelen kavurucu sıcaklar, yağmurların azalması, yeraltı sularının tükenmesi… Doğa, adeta bir çan çalıyor, ama kimse dinlemiyor.
Dostumun sözleri hala kulaklarımda: “Bir yanda maliyetler, diğer yanda susuzluk… Tarım buralarda can çekişiyor.” Çiftçi, toprağı değil, banka borçlarını sulamak zorunda. Girdi maliyetleri—gübre, mazot, tohum—roket hızıyla yükselirken, ürün fiyatları yerinde sayıyor. Mersin’in bereketli ovalarında maydanoz, soğan, biber zarar ettiriyor. Çiftçi, çaresizce “katma değerli” ürünlere yöneliyor: avokado, ejder meyvesi, tropikal bitkiler… Ama bu değişim, sadece toprağın değil, bir kültürün de dönüşümü. Yerel üretim çöküyor, pazarlar ithalata teslim oluyor.
Vahşi Sulama, Vahşi Politikalar
Sorun sadece doğada değil, doğayı hiçe sayan politikalarda. Yıllardır “vahşi sulama” deyip geçiştirdiğimiz sistem, hala Çukurova’nın damarlarını kurutuyor. Modern sulama altyapısına geçiş için verilen teşvikler, büyük çiftliklerin kasasına giderken, küçük üretici kapıdan içeri giremiyor. Devlet, “sürdürülebilirlik” nutukları atarken, yeraltı suları hesapsızca çekiliyor, toprak çoraklaşıyor, çiftçi borç batağına saplanıyor.
Tarım politikaları, Ankara’nın klimalı odalarında değil, tarlada yazılır. Ama ne yazık ki, yıllardır günü kurtarma telaşıyla yönetilen bir tarım politikası var karşımızda. Kuraklık kapıya dayandığında “acil destek” paketleri açıklanıyor, fiyatlar yükselince ithalat kapıları ardına kadar açılıyor. Peki, ya yarın? Toprağın geleceğini kim konuşacak? Sulama altyapısı yenilenmeden, ürün desenleri planlanmadan, küçük çiftçi desteklenmeden atılan her adım, bir pansuman. Yara ise kanamaya devam ediyor.
Bir Demet Maydanozun Feryadı
Gaziantep-Antalya yolunda, bir zamanlar yeşilin bin tonuyla dans eden ovalar, şimdi suskun. Çatlamış topraklar, terk edilmiş kuyular, boş seralar… Hepsi, sessiz birer manşet: “Tarım ölüyor, gıda güvenliği tehlikede!” Mersin pazarında Ankara’dan gelen maydanoz, sadece bir sebze değil; bir ülkenin gıda egemenliğinin alarm zili.
Bir demet maydanoz, bir memleketin geleceği kadar değerli. Çünkü o maydanoz, toprağın sesi. O ses, artık fısıldamıyor, haykırıyor: “Ben susarsam, siz aç kalırsınız!” İklim değişikliği, yanlış politikalar, plansız sulama ve vurdumduymazlık, bu sesi kısmaya çalışıyor. Ama hala vakit var. Toprağı dinlersek, suyu akılcı kullanırsak, çiftçiyi borç batağından kurtarırsak, o pazar tezgahlarında yeniden Mersin’in maydanozunu görebiliriz.
Toprağa Kulak Verin
Mesele bir demet maydanoz değil. Mesele, bir ülkenin gıda egemenliği, bir neslin geleceği. Çiftçinin alın teri, toprağın bereketi, sofralarımızın güvenliği… Hepsi, bugün attığımız adımlara bağlı. Mersin’in pazarlarında yeniden kendi toprağımızın kokusunu duymak istiyorsak, önce toprağın çığlığına kulak vermeliyiz. Çünkü o çığlık, sadece tarlaların değil, hepimizin geleceğinin yankısı.