Ey toprağın kadim bekçileri, zeytin ağaçlarının dallarında gizlenen bereketin tanıkları!

Bu ülke, bir zamanlar yeşilin kucakladığı, suların şakıdığı, ormanların fısıldadığı bir cennetti. Lakin şimdi, maden baronlarının hırsı, her karış toprağı maden sahasına dönüştürme hevesiyle yanıp tutuşuyor.

“Her yeri maden ilan edin de kurtulun, biz de kurtulalım!” diye haykırıyor vicdanlar.

Zira 85 milyonun feryadı kulak ardı edilirken, bir avuç rant avcısının talepleri baş tacı ediliyor. Bu nasıl bir adalet terazisi ki, halkın gözyaşları tartıda hafif kalıyor?

Ah, elbette madenlerin çıkartılması ve ekonomiye kazandırılmasına kimsenin itirazı olmaz – kim istemez ki o parlak serveti?

Ama bu işlemler yapılırken doğa tahrip edilirse, o zaman da çıkartılan madenin insanlığa kazandıracağı bir şey yoktur; zira altın tozuyla dolan cepler, boşalan ormanlarla neye yarar?

Bakanlıkların Çevresel İkilemi

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, neden maden devlerinin taleplerini ön planda tutuyor da doğanın sessiz çığlıklarını göz ardı ediyor diye soruyor üreticiler?

Sanki bu kurumlar, yalnızca taş ve toprağın efendileri; ormanların, suların, çiçeklerin, böceklerin düşmanı mı diye soru geliyor insanın aklına! Maden baronları, altının soğuk parıltısında mı buluyorlar sevgiyi?

Doğanın kalbinde yaşayan canlılar, onların gözünde değersiz mi? Oysa altın, yalnızca insan hırsının uydurduğu bir put; böcekler içinse anlamsız bir toz zerresi – ne ironik, değil mi? Doğa sevilmezse, o altınlar da bir gün toza döner.

Kağıt Üstündeki Çevre Aşkı

Bakınız, Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın resmi mecrasındaki o ulvi misyon: “Doğal çevreyi korumak, sürdürülebilir şehirler kurmak; yatay mimariyle kimliği canlanan planlar, güvenli yapılar, taşınmaz yönetimi ve konutlarla çevre hizmetlerini düzenleyici bir anlayışla icra etmek.”

Peki ya Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı?

Onların misyonu: “Küresel yaklaşımla enerji ve madenleri verimli, çevreye duyarlı, sürdürülebilir ve yerli biçimde değerlendirerek ülke refahına katkı sağlamak.”

Vizyonları ise: “Türkiye Yüzyılı’nda insan ve çevreyi merkeze alan, enerji ile madencilikte dönüşüm gerçekleştiren, net ihracatçı, kaynak ve teknolojide yetkin bir vatan.”

Her iki beyanda da “çevre” kelamı parıldıyor; lakin bu, yalnızca kağıtların süslü süsü mü? Tabii kaynaklar denince, akla yalnız taş yığınları mı geliyor? Tarım ve Orman Bakanlığı, bu körlüğü aydınlatmalı; yasanın Meclis’e gelişinde ÇED sürecinin otomatize edilmesine itiraz etti mi? Biz, umutla inanıyoruz ki etti; yoksa bu çağrı boşuna mı? Ne kadar komik, çevre vurgusu yapan bakanlıklar, maden aşkıyla doğayı unutuyor gibi!

Doğaya Dokunmanın Bedeli

Doğayı sahiden kavramak için, belki karar erbabını bir “yaşam imtihanı”na tabi tutmalı: Enerji yetkilileri ve maden efendileri, iki gün eski bir maden çukurunda konforsuz kalsınlar; tozun, zehrin ortasında. Sonra iki gün çiftçilerin yanı başında zeytin hasadına katılsınlar; terin, emeğin acısını tadarak. Ardından Anadolu’nun yüreğinde, bir çobanın peşi sıra koyun gütsünler; soğuğun, yalnızlığın kucağında. Belki o vakit, toprağın iniltisini işitirler – ya da hala altın hayalleriyle sağır kalırlar, kim bilir?

Zeytinden Fazlası: Doğanın Senfonisi

Yalnız zeytin mi? Hayır, doğanın ahengi binlerce canlının senfonisi: Ormanlar, yeraltı ekosistemi, hepsi rantın pençesinde yok oluyor. Yerin altındaki sakinler evsiz kalınca, nereye sığınacak? Bu dengeyi bozmayın; zira doğa, öyle bir intikam alır ki, hepimizi enkaz altında bırakır – maden kazıları gibi!

Doğanın Tokadı: Felaketlerin Dersi

Hatırlayınız son yılların felaketlerini, doğanın tokadını: 6 Şubat’ın yıkıcı sarsıntıları, sayısız orman yangınlarının külleri, taşkın sellerin öfkesi, barajların susuzluğu, kurumuş göllerin gözyaşları, yanan canların feryadı, obrukların yutkunması, denizlerle çevrili memlekette su kıtlığı, İliç’in toprak kayması gibi maden faciaları, zamansız sıcakların kavurması, soğukların dondurması…

Her afette uzmanlar ekranda nutuk atar, ihmalleri sayar; lakin sorumlular gizlenir. O zinciri aydınlatın ki, karanlık dağılsın – yoksa hepimiz karanlıkta mı kalacağız?

Sıfır Atık mı, Sıfır Doğa mı?

Cumhurbaşkanına bu yasalar nasıl arz ediliyor? Danışmanlar, artıları eksileri tam mı anlatıyor? “Sıfır Atık” projesinin mimarı ve samimiyetle sahiplenicisi Hanımefendi’nin emekleri, bu maden yasası ile heba mı ediliyor?

Doğaya izinizi sevgiyle bırakın!” ne güzel bir düstur; lakin mirasımız yeşil bir cennet mi olacak, yoksa ağaçların terk ettiği bir çöl mü? Ah, sıfır atık derken, doğayı sıfıra mı indiriyoruz yoksa?

Vicdan Terazisinde Maden Yasası

Kağıtta güzel, icrada yıkıcı bu maden yasası, hangi vicdana sığar? Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın himayesinde…

Neticeye bakın: Kadim ağaçlar, uzun zamandır bu toprağı terk ediyor!

Kutsal Bir İhtar: Zeytinin Nuru

Kutsal bir ihtarla noktalayalım: Kur’an-ı Kerim’de Tin ve Nur sureleri, zeytine ve incire vurgu yapar. Zeytin, yemin edilen, nurun simgesi; toprağın en eski, en mukaddes hediyesi. Tin’de anılan, Nur’da Allah’ın ışığına benzetilen bu ağaç, yalnızca besin değil; kültürel mirasımız, ekolojik ahengimiz.

Lakin maden yasasıyla zeytinlikler madene açılıyor; bereket simgesi yokluğa sürükleniyor. Zeytinyağının kandili, rantın karanlığında sönme eşiğinde. Bir milletin nurunu maden tozu uğruna söndürmek, doğaya ve kadim değerlere ihanet! Zeytin kesilince, yalnız ağaç değil; hafızamız, inancımız, istikbalimiz toprağa düşer