Yirmi senelik sektör tecrübem artık traktör sektörünün kritiğini yapma noktasında yetersiz kalıyor. Dünya literatürüne giren eserleriyle ünlü, konusunda fikrine danışılmadan kalem oynatılmayan ülkemizin nice değeri olan hukukçular, siyaset bilimcileri, ekonomistler, anayasa profesörleri gibi kendi sektöründe başarılı insanlar derin bir sessizliğe büründüler.
Tarım, eğitim, hukuk, adalet, ekonomi ve siyaset gibi alanlarda yapılan uygulamaları artık bilim ve mantıkla açıklama yetisinden gitgide uzaklaşıyoruz.
Şap hastalığıyla mücadele ediyoruz deyip hastalıklı hayvan ithalatına devam ediyorsun.
Millet ucuz et yesin diye proje başlatıyorlar daha sonra anlaşılıyor ki projeyi başlatmadan ithalatı yapacak şirketi kuruyorlar.
Arpa, buğday, mısırı biçiyorsun gümrük vergisini sıfırlıyorlar.
Mitingde gördüğün traktör sayısından hesapla çiftçi çok kazanıyor gösterip çiftçinin traktörünü haciz ediyorsun.
Avrupa tarımında birinciyiz diyorsun Dünyada pestisit kalıntısından dolayı en çok ürünü geri gönderilen ülke oluyorsun.
Böyle giderse 20 yıl sonra ülkende tarım yapacak insan kalmayacak, tarım, şirketlerin eline geçecek diyoruz o tarımsal üretimde Avrupa birincisiyiz diyor.
Acil ve derhal kuraklıkla mücadele edilmeli diyoruz onlar iklim yasasını çıkartıyor.
Bunun gibi izahı zor nice kararı mantıkla bilimle açıklamakta zorlanıyoruz.
Yorulduk artık azizim, yorulduk!
Delinin kuyuya attığı her taşı çıkartmayla uğraşmaktan yorulduk!
Ben meslek hayatımda ilk kez bir önceki yılın ticari anlamda kapatıldığına şahit oluyorum. İnsanlar ağız birliği etmişçesine 2026 yılını ekonomik istikrarsızlık anlamında çok daha ağır bedellerin ödenebileceği bir yıl olarak görüyor.
Bu ortak kanaate katılmakla birlikte bedelini sade vatandaşın yanı sıra artık sanayicinin ödeyeceği bir döneme geçildiğini düşünüyorum.
Traktör sektörü ile ilgili kriz çanlarının çaldığını 2024 yılından bu yana yazıp söylüyordum.
2025 yılında çiftçinin ürününe değerinde fiyat verilmemesi, ziraat bankasının kredi musluğunu kapatması, ekonomik belirsizlik, yüksek faizler, iklimsel koşullar, döviz kuru baskısı, enflasyon süreci gibi birçok olumsuz etki 2026 yılını daha realist değerlendirmeyi gerektiriyor.
2026 için 30-35 bin adet bandında bir satış bekleniyor. Ancak asıl sorun 2026 yılına kaç bin adet bayi stoku devrolacak?
Bu yıldan önümüzde ki yıla 10-12 bin adet bir stok devrini öngörürsek 2026’da gerçek satışın 23 bin adetler seviyesinde olması muhtemel.
Adetler böyle olursa Dünya traktör pazarında ilk dörtte bulunan ülkemizin yeri oldukça gerileyecek ve kartlar yeniden dağıtılacaktır.
Pandemi sonrası ucuz kredi imkanlarıyla aşırı şişen traktör pazarı bunun bedelini en az dört sene daha ödeyecek diye düşünüyorum. Yani olay 2026 yılını geçirmekle çözümlenecek gibi değil, bana kalırsa süreç 2029 yılını kapsayacak şekilde olumsuzluklar ile devam edecek gibi görünüyor.
Çiftçinin son iki yıldır emeğinin hakkını alamadığı üretimden her yıl adım adım uzaklaştığı bir yerde bugün stage 5 yerli üretim kabinli 4WD traktörün satış bedeli 3,5 Milyon TL.
Çiftçinin bu gelir hesabıyla yeni traktör sahibi olması çok zor göründüğü gibi Türkiye’de bir milyon adetlik eski traktör parkının değişimi de pek mümkün görünmüyor. Önümüzde ki yıldan sonra okyanusta yüzmeye alışık balina hacimli traktör firmalarının Türk traktör pazarından çekildiğini görmek beni hiç şaşırtmaz!
Onun için adetsel kuraklık etkisi böyle devam ettikçe, ekonomik belirsizliğin bu denli yoğun olduğu bir pazarda üretim yapmakta, distribütörlük yapmakta matematik işi değil. Bence traktör firmaları ve sektör temsilcileri öz eleştirilerini yaparak pandeminin küresel etkisi mi derler, dönemin döviz kuru etkisi mi derler, tedarikçilerden mi kaynaklı derler bilemiyorum ama traktör fiyatlarında en az %40 oranında bir düşüşü hayata geçirmeliler.
Yerli üreticiler için bunun ilk adımı elbette ki traktör maliyetlerini düşürmekten geçiyor. İthal traktörler için kur etkisi bir risk gibi görünse de onlar uzak doğu ve Hindistan’da bulunan fabrikalarından ucuz tedarik süreçleri ile rekabetçiliği kalıcı hale dönüştürebiliyorlar.
Unutmayınız burası Türkiye!
Her zaman ve her dönem yaşanması muhtemel mücbir bir sebep vardır. Kimse kusura bakmasın ama şuan hepimize bedel ödeten bu mücbir sebebin ekonomik ve siyasal adı AKP politikalarıdır.
Bu yaşananlar yirmi yıldır sürdürüle gelen politikaların bugünkü bedelidir. Bu bedel beş yıl sonra ne olacaktır bugünden kestirmek zor ancak gidişat pek hayra alamet değil.
Onun için sistem revize edilmeli, kazan - kazan üstüne kurulu politikaların önünde ki engeller kaldırılarak çiftçisinden sanayicisine kadar tüm üreten kesimlerin kazanması ana gaye olmalıdır.
İthalatçıya çalışan bir sistemde yerlilerin mutlu olmasını beklemek söz konusu olamaz.
Tüm Dünya’da gıda fiyatları ucuzlarken ülkemde gıdaya özellikle sağlıklı gıdaya erişim zorlaşıyorsa ben burada suyun başında oturanları eleştiririm.
Neymiş efendim iki yıl ekilmeyen araziler falan filan, geçin bu boş işleri beyler bu ülkenin üretenlerinin yanında olursanız herkes mutlu olur.
NOT: Mücbir sebep; kişinin kontrolü dışında gelişen, öngörülemeyen ve kaçınılamayan olayları tanımlar. (TDK)