Ahmet Amca soruyor, Ziraat Mühendisi Metin cevap veriyor.
18 Kasım 2025, Anadolu’da bir köy kahvesi. Sobada çam odunu çatırdıyor, çay bardakları şıkırdıyor. Radyo bozuk. Dışarıda kar.
Ahmet Amca (çayını karıştırarak): Oğlum Metin, yine ne okudun da surat beş karış? Otur şuraya, anlat bakalım. Tarım Orman Bakanlığı’nın bütçesi 24 Kasım’da komisyona geliyormuş, doğru mu?
Metin: Doğru amca. Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonu’nda, Tarım ve Orman Bakanlığı 2026 Yılı Bütçe teklifi 24 Kasım 2025 tarihinde görüşülecek.
Ahmet Amca: Peki nasıl oluyor bu işler yıllardır?
Metin: Komisyonlara katılan ve takip eden bir tarımcı olarak yıllardır aynı: Muhalefet sorar, bakanlar birkaç soruya cevap verir. Sonra geri kalanına “yazılı cevap vereceğim” diyerek konuşmasını bitirir. Toplantı sona erer. Bakanlık bütçesi komisyona geldiği gibi geçer. Daha sonra bütçe teklifi meclise gelir. Aynı şekilde de oradan da geçer.
Ahmet Amca: Tarımsal destekleme bütçesini milletvekillerinin önergeleri ile artırsalar olmaz mı?
Metin: Olur amca, çok güzel olur. Ama olmuyor. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın tarımsal destekleme bütçesi milletvekillerinin önergeleri ile artırılsa iyi olmaz mı diye yıllardır soruyoruz, cevap yok.
Ahmet Amca: Hedefler gerçekçi mi peki?
Metin: Bunu istersen başka türlü soralım. Acaba tarımda hedefler gerçekçi değil mi? Hedefler gerçekçi ise uygulanan politikalar mı yanlış? Şimdi şunu sorabiliriz: Sadece formalitelerin yerine gelmesi ne kadar doğrudur? Bu yıllardır neden böyle oluyor?
Ahmet Amca (sobaya odun atar): Oğlum, bu demokrasi, hukuk, adalet işleri tarıma nasıl bağlanıyor, anlat bakalım.
Metin: Türkiye’de kamuda, üniversitelerde ve sivil toplum kuruluşlarında “demokrasinin taşlarının yerine oturması” ifadesi, karar alma süreçlerinin şeffaf, katılımcı, hesap verebilir ve liyakat esaslı işlemesi anlamına gelir. Bu kavram, kurumların kişilere göre değil; kurallara, bilimsel ilkelere ve kamu yararına göre yönetilmesini ifade eder. Bununla bağlantılı olarak hak, hukuk ve adaletin sağlanması, vatandaşların ve çalışanların eşit muamele görmesi, yolsuzluk ve kayırmacılığın önlenmesi, hukukun siyasi ve ekonomik baskılardan bağımsız işlemesi demektir. Üniversiteler için bu; özgür düşünce ortamı, akademik liyakat, bilimsel etik ve nitelikli yönetim anlamına gelir. Sivil toplum kuruluşları için ise örgütlenme özgürlüğünün güçlenmesi, toplumsal denetim mekanizmalarının işlemesi ve kamusal kararların toplum çıkarına göre şekillenmesi demektir.
Ahmet Amca: Peki bunlar olmazsa ne olur?
Metin: Bu temel ilkeler yalnızca demokratik değerleri değil, ekonominin işleyişini ve tarımsal kalkınmayı doğrudan belirleyen unsurları oluşturur. Çünkü adaletin ve güvenilir kurumların olmadığı bir ülkede yatırım azalır, üretim yavaşlar, genç nüfus nitelikli alanlardan uzaklaşır ve beyin göçü artar. Ekonomide öngörülebilirlik azaldığında sermaye girişleri düşer, maliyetler yükselir ve büyüme potansiyeli zayıflar.
Tarım sektörü ise bu durumdan daha da hassas biçimde etkilenir. Tarım; uzun vadeli planlama, doğru destekleme politikaları, güçlü veri altyapısı, bağımsız araştırma kurumları ve çiftçinin haklarını koruyan düzenlemeler gerektirir. Hukukun ve adaletin zayıf olduğu bir ortamda tarımsal desteklerin dağıtımı adil olmaz, kaynaklar etkin kullanılmaz, çiftçi gelirleri istikrarsızlaşır ve üretim sürdürülebilirliği bozulur.
Üniversitelerde liyakatin zedelendiği durumlarda tarımsal Ar-Ge yetersiz kalır; tohum, su, toprak ve teknoloji alanlarında dışa bağımlılık artar. Sivil toplum kuruluşlarının zayıf olması ise çiftçinin sesinin duyulmamasına ve politika oluşumunda katılımcılığın azalmasına neden olur.
Ahmet Amca: Yani özetle?
Metin: Kısacası demokrasi, hukukun üstünlüğü ve adalet, yalnızca siyasi kavramlar değil; ekonomik büyümenin, tarımsal verimliliğin, kırsal refahın ve gıda güvenliğinin temel şartlarıdır. Kurumların güçlü ve bağımsız olduğu bir ülkede hem ekonomi istikrarlı büyür hem de tarım sektörü yenilikçi, verimli ve rekabetçi hale gelir. Bu nedenle demokrasi, hukuk ve adalet; Türkiye’de kamusal yönetimden tarımsal üretime kadar tüm alanların sürdürülebilir geleceği için vazgeçilmezdir.
Ahmet Amca: Bunlar düzelirse ne olur?
Metin: Bu konular çözümlenirse; kamuda, üniversitelerde ve sivil toplum kuruluşlarında diğer sorunlar daha kolay çözülür.
Bilim ışığında yapısal reformlar yapılır.
Bilime ve kaliteli eğitime daha fazla önem verilir.
Liyakate daha fazla dikkat edilir.
Zihniyet daha kolay değişir.
Geleneksel yönetimden çağdaş yönetime geçiş kolaylaşır.
Bütüncül bakışla olaylar incelenir.
Multidisipliner çalışma yani konu uzmanları beraber çalışır ve birlikte karar verirler.
Yukarıda bahsettiğim konularda sorunlar çözülürse tarım ve gıda da sorunlar daha hızlı, kolay çözülür.
Ahmet Amca (acı acı): Çözülmediği için mi aynı şeyleri konuşup duruyoruz?
Metin: Evet amca. Çözülmediği için yıllardır aynı sorunları yaşıyoruz. Aynı sorunları ve çözümleri yazıyor konuşuyoruz. Bir türlü ÇÖZÜMSÜZLÜK HAVUZUNDAN çıkamıyoruz.
Ahmet Amca: Peki 24 Kasım’da komisyonda hangi sorular sorulacak, nasıl cevap verilecek?
Metin: Bakalım, komisyonda, kanun teklifinde bir şey değişmezse bile aşağıdaki konulardan nasıl sorular gelecek? Nasıl cevaplar verilecek? Sonuçları ne olacak? Bu konularla ilgili geniş bilgi internette “Tarımdan Haber” sitesinde bulunmaktadır. Konu başlıkları tam olarak şunlar:
Kasım 2025’te Tarım Kredi üre gübresine bir gecede 600 TL zam gelmesi, çiftçiyi maliyet şokuyla karşı karşıya bırakıyor ve girdi krizini derinleştiriyor.
Sahte gübre miktarı CHP önergesine rağmen açıklanmaması, denetim eksikliğini ve çiftçinin zehirli ürün riskini gizliyor.
Tarımsal AR-GE’de 20 yıl gerileme, tohum-su-teknoloji bağımlılığını artırıyor ve yerli inovasyonu öldürüyor.
TMO’nun arpa ithalat kotasını 1 milyon tona çıkarması, yerli tahıl üreticisini piyasadan dışlıyor ve ithalat lobisini besliyor.
Konya Şeker’in 15 bin ton şeker teminatıyla batma noktasına gelmesi, pancar üreticisini iflasa sürüklüyor ve sektör güvenini sarsıyor.
Buğday üretiminin 17.9 milyon tona düşmesi, kuraklık ve sulama yetersizliğiyle ithalat faturasını şişiriyor.
ESK Genel Müdürü’nün Macaristan et şirketi ortağı olması, ithalat kararlarında çıkar çatışması yaratıyor ve yerli üreticiyi ezerek yolsuzluk şüphesi doğuruyor.
TİGEM’in süt satışından 225 milyon TL zarar etmesi, baskılanan fiyat politikasıyla hayvancılığı sürdürülemez hale getiriyor.
Şap hastalığı ve Uruguay’dan küpesiz hayvan ithalatı sorunları devam ediyor.
Yem fiyatlarının 13 bin TL’ye çıkması, süt maliyetinin altında kalmasıyla besicileri üretimden vazgeçiriyor.
TZOB Başkanı’nın 25 yıldır değişmemesi ve Süt Birliği’ndeki akraba skandalları, sivil toplumun temsil gücünü yok ediyor.
Çiftçi banka borçlarının 1 trilyon 117 milyar TL’ye ulaşması, haciz dalgasıyla üretimi durduruyor ve iflasları tetikliyor.
Tarım Kanunu’nun %1 destek zorunluluğunun (615 milyar TL) yerine sadece 135 milyar TL ayrılması, kanunsuzluk ve çiftçi motivasyon kaybı yaratıyor.
Desteklerin %50-75 avans verilmemesi, nakit akışı sorunu yaratarak ekim-dikim planlarını bozuyor.
Desteklerin büyük şirketlere kayması, küçük çiftçiyi aracılara mahkûm ederek kırsal eşitsizliği büyütüyor.
Türkiye’de sadece 6 ilimiz çiftçisine tarımsal sulamada kullanılan elektriğe tarımsal desteği verilmesi çiftçilerimiz arasında ayrımcılık yaratıyor.
Stratejik stok hedefinin (6 milyon ton buğday) fonlanmaması, jeopolitik şoklarda gıda güvenliğini tehlikeye atıyor.
Bakanlık kadrolarının “en yetkisiz” olarak nitelenmesi, liyakat krizini ve politika başarısızlığını gözler önüne seriyor.
Gıda enflasyonunun %34,80’e çıkması ve makarna tüketiminin yıllık, 2013 yılında 4,4 kilogramdan, 2023 yılında 7,3 kg’a yükselmesi, yoksulluğu ve alım gücü kaybını gösteriyor.
Yıllardır aynı skandalların tekrarlanması, demokrasi-liyakat-adalet eksikliğiyle çözümsüzlük döngüsü yaratıyor.
Ahmet Amca (çay bardağını havaya kaldırır): Yani 2026 bütçesi yine aynı mı olacak?
Metin: 2026 bütçesi, yine geçici ve anlık önlemlerle sınırlı kalacaksa, bu çözümsüzlük havuzundan çıkmak için tek yol var: Demokrasiyi, hukuku ve adaleti tarımın temeline oturtmak. Aksi halde, çiftçi hacizle, üretici iflasla, tüketici açlıkla yüzleşmeye devam edecek. Bu bütçe, sadece rakamların değil, bir ülkenin geleceğinin oylamasıdır.
Ahmet Amca (pencereye bakar, kar yağıyor): Toprak kar altında uyuyor oğlum… Ama baharda yine bize muhtaç olacak. Biz olmazsak ne İbrahim Yumaklı kalır, ne bakanlık, ne ithalatçı… Hiçbiri.
Metin (ayağa kalkar): O zaman dolduralım şu bardağı amca. Bir gün bu kahve dolacak, sesimiz Ankara’yı titretecek.
Ahmet Amca (gülümser): İnşallah oğlum… İnşallah o gün biz hâlâ ayakta oluruz. Hadi gidelim, inekler bizi bekler. Onlar en azından yalan söylemiyor.
(Radyo cızırdar: “…Bakan Yumaklı: Çiftçilerimiz müsterih olsun…”)
Ahmet Amca (kapıyı kapatırken): Müsterih yani gönlü, içi rahat olan ithalat gemileri… Yalnız onlar.