Memleketimiz ve doğal olarak gündemimiz dolap beygiri gibi dönüp dönüp aynı yere geliyor.

Çünkü meselelerimizi ne teşhis ediyoruz ne de çözüm üretiyoruz. 

Laf ola beri gele tarzında günü kurtaracak yaklaşımlara hem çözüm mercileri hem de mağdurlar/ilgililer razı.

Tam bir göçmen sosyo-psikolojisi sanki bir daha buradan/bugünlerden geçmeyecekmiş gibi davranıyoruz. 

Bu hal sorunlarımızı ve her seferinde çözüm maliyetlerimizi/ödeyeceğimiz bedeli daha da ağırlaştırıyor. 

Kırsalda yaşayan nüfus %7’ye düşmüş, gözümüz aydın…

Son 15 yılda 4.2 milyon hektar tarım arazisini kaybetmişiz, gözümüz aydın…

Dünya yağış ortalaması 800 mm3 iken bizde 640 mm3 gerilemiş, gözümüz aydın…

Tarım ve hayvancılıkta 3 temel unsurda (toprak,su, işgücü) durum bu iken bir de girdi maliyetlerinde yaşanan felaket işin tuzu biberi olmuş durumda.

Bütün bu sorunları çiftçi Ahmet ile yetiştirici Hüseyin çözebilir mi?

Tabi ki çözemez… 

Aslında girdi maliyetleri dışında konuları ne bilir, ne de bilse umurunda olur.

Hatta cebinde varsa parası girdi maliyetini de düşünmez “Altta kalanın canı çıksın!” der geçer gider. 

Peki bu konularda kimlerin görev ve sorumluluğu var?

Öncelikle ülkemizde Tarım, Hayvancılık ve Gıda alanında farkındalık/algı meselesinde bazı kalıpların yıkılması ve gerçekliğin bütün rahatsız edici çıplaklığıyla ortaya konulması gerekiyor. 

Algı ve farkındalık meselesinde sorumluluk 1. Dereceden çiftçi kuruluşlarının (kuruluş var ama çiftçi yok) sorumluluğudur.

Ve hemen ardından kişi başına düşen bacasız fabrika ortalaması ile dünyada ilk sırada yer aldığımız ama henüz ülkeye memur yetiştirmek dışında ne katkısı olduğunu bilmediğimiz köy ve mezralara kadar yaygınlaştırılmış üniversitelerimizin (gıda, ziraat, hayvancılık , (iç-dış) ticaret, teknoloji, meteoroloji, hidroloji , enerji v.s bölümleri) sorumluluğu vardır.

Eğer bunlar harekete geçmez ise hükümet hayatı dört duvar arasında evrak / prosedür takip etmekle geçen, protokol uygulamalarını imanın şartı gibi gören, ne olursa olsun koltukta olmak hedefinden vazgeçmeyen bürokratların sorun yok/ her şey mükemmel vizyonundan görür.

Hükümet, abartılı, çarpıtılmış, dürbünün tersi ile bakılmış verilerle hem kendini hem toplumu kandırmaya mecbur kalır veya bunu tercih eder. 

Türkiye’de başta çiftçi olmak üzere zincirin ilk halkasından son halkası tüketiciye kadar hiç kimse, hiçbir grup meseleye bütüncül bir şekilde bakmıyor ve tabi ki bunu en iyi bilmesi görmesi gereken hükümet de dahil.

Biri eline sütü almış sallıyor, gözü başka bir şey görmüyor.

Bir diğeri elinde gübre çuvalı ile dolanıyor, gözü başka bir şeyi görmüyor, öteki yemi avuçlamış başka bir şeyi görmüyor/düşünmüyor. 

Meseleye bütüncül bakan bütün süreçlerin birbiri ile içiçe geçmişliğini dikkate alan yok ve anlaşılan o ki olmayacak. 

Mesele süt, et, yem, gübre, akaryakıt, ilaç meselesi değil.

Mesele tarım, hayvancılık, üretim, ticaret, teknoloji meselesi.

Ve tarım meselesi ülkenin binlerce meselesinden bir mesele değil, ülkenin varoluşsal en önemli meselesidir.

O kadar ki askerin eline en iyi silahı verseniz de karnı açsa savaşı/varlığınızı kaybedersiniz. 

Aslında bu yazıma stokçuluk, perakende zinciri ve yeni ekonomik modeli yazmak üzere başlamıştım. 

Hemen 2-3 paragraf bu önemli üç başlığa kısaca değinmek istiyorum. 

Stokçuluk; evet stokçuluk var, hep varolduğu gibi.

Ama ülkemizde depolamakla, stokçuluk birbirine karıştırılıyor. 

Ülkenin zor durumundan vurgun yaparak zenginleşmeyi uman alçaklarla, 4 mevsim 12 ay ülkenin ihtiyacını sağlayabilmek için ticari mal olarak ürünleri muhafaza edenleri birbiri ile karıştırmamak lazım. 

Tabi önceki soğan krizinde köylünün soğan deposunu basan bir kavrayışla bu çok mümkün değil.  

Perakende zincirleri; ülkeyi yönetenler bu kadar çok ve yaygın rekabetçi perakende zincirine sahip olduğu için yatıp kalkıp dua etmeli.

90 milyon ve 780 bin km2 bir ülkede köylere kadar her türlü ürünün ulaşmasını sağlamak öyle kolay iş değil.

Önceki yıl 80-100 tane tanzim satış denemesinde devlet eliyle bu işin ne kadar olduğunu hep beraber gördük.

Şunu kimse unutmasın; perakende zincirlerinde ürünler ineğin memesinden, tarlanın çamurundan ışınlanarak raflara çıkmıyor.

Eğer perakende zincirlerini hedef haline getirir ve kırarsanız ülkeyi besleyen kılcal damarları kesersiniz.

3-5 kara cahil açgözlü işine gelmediğinde üreticiyi göz kırpmadan dolandıracak ortaçağ simsarı ile ülkede üreticiden raflara ürün ulaştırabileceğinizi düşünüyorsanız bu ham hayalden öte bir şey değildir. 

Haaa… 

becerebiliyorsanız üretici ve tüketici kooperatifleri kurun” diyeceğim ama vatandaşımızın sorumsuzluğunun bu modeli her zaman başarısız bıraktığı bu ülkede defalarca görüldü, gerek yok.

Gelelim yeni ekonomik modele, yani ihracata/üretime dayalı ekonomiye; aslında burada trajikomik bir durum var.

Hükümet çok matah yeni bir yöntem bulmuş gibi buna sahiplense de TR 2 yıldır fiilen giderek hızlanan bir şekilde bu modele geçiyor.

Hükümete buradan bir “günaydın,merhaba, hoşgeldiniz” diyelim.

Bunun üç sebebi var.

Ve bunların neredeyse eş zamanlı olarak gerçekleşmesi TR’ye tarih ve coğrafyanın dayattığı bir ekonomik model olarak ortaya çıktı.

Ne hükümetin bir programı, ne de planlaması hükümet ancak 2 sene sonra bu durumu fark etti, sahiplendi ve adını koydu. 

Gelelim bu sürecin temel bileşenlerine; 

1. Husus; Batı’nın Çin’e karşı açık/örtülü ambargosu yeni tedarik alanlarına ihtiyaç duyulmasına neden oldu ve TR bunun için mükemmel harita konumu, lojistik avantajlar, her alanda güçlü sanayii alt yapısı, yetişmiş nitelikli insan kaynağı, ucuz işgücü, güçlü müteşebbis ruhu ve ürün çeşitliliği ile alternatifsiz tek seçenek konumunda olmasıdır.

2. Husus ise pandemi sürecinin  yerleşik tüketim, tedarik, lojistik, ticaret modelini bozması bunun yerine hızlı karar alan, daha hızlı operasyon yapan bir ticari işleyişe dönüşmesi hantal, verimli olmayan çok zaman kaybeden yapıları ve mesafeleri sistemin dışına iterken, dinamik, hızlı ve yakın mesafeleri sistemin merkezine almasıdır. 

Yeni bir modelleme gelişiyor ve TR bu konuda en hızlı kendini değiştiren iş çevrelerine sahip ve onlar bu süreci çabuk fark edip hızlı adapte oldular. Ve  son olarak hepimizin canını yakan:

3. Husus düşük kur. Hepimizin için can sıkıcı bir durum olsa da U.arası ticarette hemen hemen her türlü üründe ülkemize çok ciddi rekabet imkanı sağlıyor. Rekabeti sadece düşük kur ile sağlamak yerine özellikle lojistik ve enerji konusunda hükümetin üretici, sanayici ve ihracatçıya katkılar sağlaması şart görünüyor. 

Son olarak hükümet bu süreci kurmadı ama halkın sıkıntılarını azaltarak yönetmeyi ve güçlendirmeyi başarır inşallah.