İşim icabı 40-45 günlük periyotlarla yarı zamanlı yurt dışındayım. Her ne kadar medyadan takip etsem de memleketime her gelişimde işlerin yolunda gitmediğini, bir şeylerin değiştiğini görürken, yurt dışına her çıkışımda ise her şeyin çok ritmik aktığını pek bir şeylerin değişmediğini görüyorum.
İlgi ve alakam nedeniyle Siyaset ve Tarıma biraz daha dikkat ederken, insan olmanın kaçınılmaz sonucu olarak sosyal hayatı/toplumu daha çok izliyorum.
Üzülerek söylemeliyim ki sadece siyaset ve ekonomi değil, toplumsal hayatımızda oldukça sıkıntılı bir hal alıyor. Türkiye’nin en medeni şehirlerinden biri olan Ankara’da yaşamama rağmen araç kullanmanın hem trafik açısından, hem de sürücülerin gerginliği yüzünden daha da zorlaştığını yakinen gözlemliyorum.
Çaresiz, ümitsiz ve öfkeli koşuşturan kalabalıkların içerisinde gün geçirmek oldukça zor ve hatta tehlikeli bir hal almış durumda.
Bu sefer memlekette olduğum dönem genel manada hasat dönemine denk geldi.
Pazar ve marketlerde fiyatlar benim kafamda ucuz veya pahalı değil, makul veya gayrimakul olarak anlam kazanır. Bazı fiyatları görünce “eyvah eyvah çiftçinin vay haline”, bazılarını da görünce “eyvah eyvah vay tüketicinin haline” diyorum. Maalesef ülkemizde makul, vasat, itidal sadece siyasi sosyal hayatımızdan değil, çarşı pazardan da elini çekmiş durumda.
Üretici ve tüketici birbirine kızarken aslında tek kızılması gerekenin tarım politikalarını oluşturanların ve yönetenlerin olduğunu hassaten belirtmeliyim. Onların işinin zorluğu aşikar olmakla beraber, yaklaşık 25 yıllık tek başına iktidar olunan dönemde alınan mesafeye bakınca neredeyse hiç yol alınmadığını aynı konularda çamura batmış beygir gibi hala memleketin debelendiğini görüyoruz. Hep ezber edilen/kolay izlerin üzerinden gidilmesi sorunlarla ilgili çözüm üretilememesinin en önemli nedeni.
Birkaç tane temel konunun ana gündem edinilip çözüm üretilmesi ve dolayısıyla onlarca tali meselenin kendiliğinden çözülmesi sağlanabilecekken, konu başlıkları bile tam manasıyla tespit bile edilememiş görünüyor.
Bunların başında çokça lafı edilen ama bilişim çağında bile becerilemeyen bir kronik planlama sorunu var. Bu nedenle çiftçilik hala şans oyunu gibi “ya tutarsa” düzleminde yürütülen bir faaliyet olmaktan çıkamıyor.
Çiftçi kupon doldurur gibi üretim yapıyor. Benim Torosların eteğinde meyvecilik yapan arkadaşım son 20 yılda şeftali dikti 5-6 sene para etmeyince ağaçları kesti, nar dikti ondada aynı durumu yaşayınca en başa Limona geri döndü.
Birkaç ay önce uğradığımda bu seferde Limon ağaçlarını gözüne kestirmiş, kara kara düşünüyordu.
Hububat ve sebzede çiftçinin şans oyunu denemeleri bir yıllık zaman, emek ve maddi kayıpla sonuçlanırken, meyvede çok daha ağır kayıplarla karşılaşılmakta.
Bu yazıyı yazmama neden olan sosyal medyada yer alan iki haberden birisi; Dünya Kayısı üretiminin % 60’ni karşılayan Malatya’da kayısının neredeyse hiç olmadığı bu dönemde taze kayısıyı Iğdır’lı çiftçi 3-5 liraya satamazken marketlerde tüketicinin 80-100 liradan aşağıda bu ürüne ulaşamamasıdır. Bir memlekette yokluk ve bolluk, ucuzluk ve pahalılık aynı anda nasıl yaşanır ?
Bu nasıl akıldışı bir durumdur?
Tarımda birincisi planlama sorunu ise tartışmasız ikincisi artık farklı bir iklim ve takvimde yaşıyor olmamızdır. Bu gerçeklik üzerinden yeni duruma Türk tarımının, üreticisinin entegrasyonu şarttır. Neredeyse yeni bir gezegene gelinmiş gibi adaptasyon süreci planlanmalı ve icra edilmelidir.
Üçüncüsü ise, kırsal nüfusu %5’in altına, çiftçi yaş ortalaması 60’ın üstüne çıkmış memleketimizde bu modelleme ile üretimin, özellikle de verimli/kazançlı üretim yapmanın imkanı neredeyse kalmamıştır.
Yeni bir model geliştirmek zorunluluk haline gelmiştir (ayrı ve ayrıntılı bir konu). Toprak sahipliği/kullanımı konusunda yaşanan fecaat, makineleşme konusunda köylülük ve destekler konusunda siyasetçi/üretici arasında geliştirilen patolojik işbirliği hızla ve kesin bir şekilde çözüme kavuşturulmalıdır.
Bir de görüntü kirliliği yaratmaktan öte gitmeyen, ancak “körler, sağırlar birbirini ağırlar” şeklinde çalışan küçük derebeyliklere dönüşmüş tarım/çiftçi kuruluşlarına bir nizamat verilmelidir. Ve bu son madde ancak “devlet sopası” ile yapılabilir.
Öyle 5 yıldızlı otellerin ışıklı salonlarında değil.
Konu uzar gider. 25 yıl sonunda gelinen (daha doğrusu gelinemeyen) nokta itibariyle memleketin birçok meselede olduğu gibi tarım konusunda da yeni bir akıl, ahlak ve iradeye ihtiyacı var. Ve yeni küresel askeri/siyasi/ekonomik düzen bize çok zaman tanımayacak.
Tarım/gıda bir milli güvenlik/strateji meselesidir. 4 tane markette 3 tane ürünün fiyatını indirmekle, çiftçinin ağzına bir parmak bal çalmakla yönetilemez.