Önsel Ünal / Gazeteci-Yazar / [email protected]

Doktor Oktar Babuna için 1999 yılında ülkemizde binlerce iyi niyetli insandan toplanan ve ABD'ye tahlil için gönderildikten sonra bir türlü geri alınamayan kimilerine göre 150, kimilerine göre ise 110 bin kan örneği vakasını hatırlarsanız.

O dönem bir çok iddia ortaya atılmış, hatta yabancıların Türkleri kobay olarak kullanacaklarını ve genetik şifresini çözeceği iddiaları kamuoyunda bir çok tartışmayı da beraberinde getirmişti. Gel zaman git zaman bugün Dünyada en sık rastlanan hastalıklar arasında 6. sıraya yükselen alerjik hastalıklarda ülkemizde de artışlar yaşandığı görülmektedir.

Şimdilik bu vakaların tedavisinde ilaç sıkıntısı yaşanmasa da belki ileride alerjik hastalıkların mutasyona uğramasıyla ilaç sıkıntısı yaşanması olasıdır. İşte burada her zamanki gibi genetik şifrenin çözülmesi ve bu alanda yapılan olumlu ya da olumsuz çalışmalar ile genetik programa müdahale edebilecek imkânlara sahip olabilecek küresel ilaç kartelleri devreye girecektir.

Kuş gribini hatırlayalım. Milyonlarca kümes hayvanının canlı canlı telef edilmesiyle kamuoyunda önce korku oluşturulmuş, bunun için yurtdışından getirilen aşılar pazarlanmaya çalışılmıştı. Ölen insanlar, itlaf edilen hayvanlarla, kurunun yanında yaş da yanmış, bu sefer ortalık sıkça kullanılan bir deyimin 'kene gibi yapışmak' öznesi olan ve bir seferde yaklaşık 7 bin yumurta yumurtlayan kenelere bırakılmıştı.

Bu, işin B planı kısmı idi. Kuş gribi projesi tutmayıp, aşılar yeterli ilgiyi görmeyince çare, bildiğimiz kene ısırması, yeni adıyla Kırım Kongo Kanamalı Ateşi'nde arandı. Eskiden hayvanların üzerinden elle çıkartılabilen ve ısırdığında öldürücü etkisi olmayan kene, bugün şekil ve renk değiştirmiş, bir ısırığı artık bir can almaya yetecek güce ulaşmıştı.

Türkiye'nin çalınan doğasıyla zamanla hastalıklar ve ölümler kendisini göstermiştir. Yorumumu komplo teorisi olarak niteleyebilirsiniz. Ancak, günümüzde yaşadığımız gelişmeleri göz önünde bulundurarak yazımın ileri ki satırları ile yukarıda anlatmaya çalıştığım konudan nasıl bir sonuç çıkartacağınızı siz değerli okurlarımıza bırakıyorum.

Yabancılar bir taraftan genlerimize yönelik olanca enerjileriyle bıkmadan usanmadan çalışırlarken diğer bir yandan stratejik coğrafi özelliğinin yanı sıra dünyada eşi benzeri olmayan bir floraya sahip ülkemizde kaçakçılığın çeşitleri her gün yeni bir adla karşımıza çıkıyor. Sigara, esrar, şeker, çay gibi kaçakçılıkları zaman zaman duyarız ve bu tür haberlere çoğumuz aşikarız.

Ancak kaçakçılık literatürüne öyle bir tür girdi ki belki de diğerlerinin pabucunu dama atacak cinsten.'Biyokaçakçılık' Şimdi tam mevsimi. Türkiye, sahip olduğu bitki ve canlı türleriyle biyokaçakçıların iştahını kabartan bir ülke. Yüz bin tür böceğe, 4 bin 800'ü endemik 12 bin 800 tür bitki cinsine ev sahipliği yapan ülkemiz kaçakçıların gözdesi konumunda. Evet yanlış duymadınız. Ülkemiz artık bir bitki ve böcek kaçakçılığının vazgeçilmez ülkeleri arasında.

Anaç olarak kullanılan soğanlı ve yumrulu bitkiler önce çoğaltılıyor sonra tanesi onlarca euro'ya satılıyor. Bu konuda ciddi bir mevzuat sıkıntısı var. Bugün dünyada sadece Türkiye'de bulunan bir bitki ya da canlıyı doğadan koparmak suç sayılmıyor. Para cezalarıyla geçiştiriliyor.

Doğa Koruma Milli Parklar Genel Müdürlüğü Biyoteknoloji Şube Müdürü Vekili Hüsniye Kılınçarslan da son yıllarda yabancıların turist olarak geldikleri Türkiye'de, böcek ve bitki türlerini genetik kaynak amaçlı olarak yurt dışına kaçırdıkları iddialarını doğruluyor. Genellikle Avrupa ülkelerinin vatandaşları, turist görünümünde ülkemize gelip endemizmin yoğun olduğu Amanos Dağları, Bolkar ve Aladağlar, Sandras Dağı, Bey Dağları, Uludağ, Kazdağı, Munzur Dağları gibi bölgelerden endemik canlılarımızı genetik kaynak olarak ülkelerine kaçırıyorlar. Kaçırılan kelebeklerin koleksiyon amaçlı, diğer böceklerden de örümcekler, hamam böceklerin yeni nesil antibiyotiklerin geliştirilmesinde kullanıldığı söyleniyor.

Hollandalılar soğanlı bitki, Japonlar ise buğday genetiğine ilgi gösteriyor

Verilen bilgilere göre ülkemiz tam biyokaçakçılık cenneti konumunda. Her canlı grubundan biyokaçakçılık yapılıyor. Engerek gibi yılan türlerinin zehirlerini tıp alanında kullanmak üzere İsviçreliler'in ilgi gösterdiği ve bu ülke vatandaşlarının yer aldığı kaçakçılık faaliyetlerinin arttığını belirtiliyor. Ülkemizdeki böcek kaçakçılığında ise daha çok Doğu Bloğu ülkeler arasında yer alan Rusya ve Çek Cumhuriyeti vatandaşlarının karıştığı vakalar var.

Bunlar da yeni nesil antibiyotiklere yönelik çalışmalarda kullanılmak üzere kaçırılıyorlar. Kelebek kaçakçılığı da oldukça fazla. Bunlar da koleksiyon ve ticari amaçla yapılıyor. Kültür bitkilerinin yabani türlerine de daha çok Hollandalılar ilgi gösteriyor. Özellikle Hollandalıların soğanlı bitkiler üzerinde çalışmalar yaptıkları tespit edildi. Japonların ise buğdayın genetiği için bu alanda faaliyet gösterdikleri öne sürülüyor.

Suriyeliler yırtıcı kuş kaçakçılığı için ülkemizde

Kendi sıkıntılarımız yetmezmiş gibi Türkiye'de son yıllarda artan ve önemli bir sorun haline dönüşen Suriyeli nüfusu, beraberinde yırtıcı kuş kaçakçılığını da getirdi. Yetkililer ülkemizdeki durum nedeniyle bu faaliyetleri yürüten insanların tespit edilmesinde sıkıntıların yaşandığını söylüyorlar. Özellikle Güvercin ve Saka kuşlarını yakalayarak, yırtıcı kuşlar yani atmaca gibi kuşları yakalamak için kullanıyorlar. Bu kuşlardan binlerce dolar para kazanırlarken adresleri belli olmadığından, yani göçmen olarak yaşadıklarından engellenemiyorlar.

Kafkas engereği 125 bin dolara satılıyor cezası ise 35 bin dolar

Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü (DKMP) tarafından 2013 yılında Biyokaçakçılıkla Mücadele Projesi bugün 81 ile yayıldı. Doğayı Koruma ve Milli Parklar verilerine göre ise Türkiye'den en fazla böcek, kelebek, bitki, kuş, yılan, kaplumbağa, kertenkele, salyangoz çalınıyor. Bir de parçalar var. Örneğin, boynuz, tüy, tırnak ve diş gibi. Genetik kaynaklar tıp, endüstri, madencilik, çevre, balıkçılık, ormancılık, hayvancılık, tarım gibi çeşitli sektörlerde hammadde görevi görüyor.

Bitkiler ilâç, gıda, kozmetik sanayiinde önemli bir yere sahip. Zaman zaman sırf süs bitkisi amacıyla da yurtdışına kaçırılıyor. Böcekler sıcak, soğuk, radyasyon gibi ekstrem koşullara direnç, antibiyotik direnci ve yeni nesil antibiyotiklerin geliştirilmesinde kullanılıyor. Karmin maddesinden dolayı renklendirici olarak kozmetik, ilâç, gıda, sanayii ve boyacılıkta da vazgeçilmez. Kurbağa, semender gibi amfibikler ile salyangoz gibi yumuşakçalarla gıda, süs eşyası, kozmetik, ilâç amaçlı kullanılıyor. Sürüngenlerimiz, özellikle de zehirli yılanlarımız çok kıymetli. Zehirleri, kanamayı önleyici pıhtılaşmayı sağlayıcı ilâçların yapımında kullanılıyor. Şahinler, kuşlar kaçırılıyor. Türkiye'de çok fazla kıymetini bilmiyoruz. Kafkas Engereğini kaçırdığınızda yakalanırsanız cezası 35 bin TL civarında. Bu hayvan, yurtdışında 125 bin dolara satılıyor. Hırsızlığını yapacak bunu göze alıyor."

Biyokaçakçılığın önemli diğer bir sonucu ise ekonomik kayıp. İnsan beslenmesinde temel gıdaların başında gelen ve anavatanı Anadolu olan buğdayın yabani akrabaları, hastalıklara, kuraklığa ve tuzluluğa direnç genleri taşıdığından yabancı araştırmacıların ilgi odağı konumunda.

Yetkili mercilerin yaptıkları araştırmalara göre bu kişiler ya da firmalar, yabani buğdaylardan hastalıklara direnç genlerini belirleyip izole ederek, çeşitli kültür formlarına aktarmak yoluyla geliştirdikleri çeşitlerden patent hakkı elde etmekte ve milyonlarca dolar gelir elde ediyorlar. Bu noktada, fikri mülkiyet hakları, patent gibi özel durumlar ortaya çıkarken bunların menşei ülkede değil de geliştirilen ülke tarafından ele geçirilerek kullanılıyor olması kendimize ait olan genetik kaynağın kaybı ve dolayısıyla ekonomik anlamda da kayıp olarak karşımıza çıkabiliyor.