Şahin Ali Şen / Gazeteci - Yazar

Milli Tarım Projesi'nin tanıtımında çobanlığın felsefesi gündeme taşındı ve kamuoyunda biraz da anlamından kaydırılarak tartışıldı. Ömrünün önemli bir bölümünü çobanlık yaparak geçirmiş birisi olarak çobanlık felsefesi tartışmalarına sahadan örneklerle katkı yapmak istiyorum.

5 yaşından 8 yaşına kadar tam yıl, ilkokul, orta okul ve lise döneminde hafta sonları, ara tatil ve yazları, üniversite öğretim sürecinde ise yaz tatillerinde çobanlık ve çiftçilik yapmış birisiyim. Kars bölgesine has kaz çobanlığı hariç her türlü küçükbaş ve büyükbaş hayvan çobanlığını bilirim.

Köylerde, sürüyü yönetene çoban, bu kişinin yaptığı işe çobanlık, icra edilen mesleğin genel adına çobancılık denilir. Çobanlık basit ve kolay bir meslek değil, gerçekten felsefesi olan ve komplike bir meslektir.

Çobanın, sürünün iyi beslenmesi için erkenden kalkması, yanına azıklarını da alarak yola koyulması gerekmektedir. Tepe bayır dolaştıktan sonra öğleye doğru hayvanların su ihtiyacını karşılamak için sürüyü dere kenarlarını indirmek, suyla buluşturmak durumundadır.

Çoban sorumluluk sahibidir. Sürünün sadece beslenmesinden değil güvenliğinden de sorumludur. Sürünün otladığı bölgede kurtlar, çakallar, tilkiler kol gezer. Çoban'ın dikkatsizliğinden yararlanarak sürüye zarar verebilirler. Şehirlerdeki kuyumcu soygunu kadar köylerde de hayvan hırsızlığı meşhurdur. Köylüler, buna iki ayaklı hırsız diyor. Dolayısıyla çoban sürüyü yırtıcı hayvanlardan koruduğu kadar iki ayaklı hırsızlardan da korumak zorundadır.

Çoban, sürünün sağlık problemleriyle de ilgilenmek durumundadır. Hayvanlarda sık sık kırık çıkık olur, hastalanan olur, doğum yapan olur, zehirlenen olur. Bu nedenle az çok kırık çıkıktan anlayacak, hayvana doğum yaptıracak, hayvan zehirlenmelerine yönelik özel bilgisi olacak, zehirlenmelere karşı hangi gıdaları vereceğini bilecek. Dağda hayvan hastalandı, sırtına alıp köye veya ağıla kadar taşıyacak. Hayvanların ihtiyacı olan ilaçları alıp onların iğnelerini yapması gerekir ki, hayvanlar hastalanmasın. Bunun için de az çok iğne yapmayı bilmesi gerekir.

Kışın hayvanları soğuktan korumak için sağlam korunaklar yapacak. Özellikle kuzu ve oğlaklar Mart ayında doğmaya başlarlar. Bu kuzu ve oğlakların telef olmaması için daha sıcak kuzuluk yapmak zorunda, aksi taktirde o kuzular yazı göremez. Bu oğlak ve kuzuların akşam ve sabah anneleriyle buluşturulması, doymalarının sağlanması gerekir. Kalan sütlerin sağılması, peynir, yoğurt, çökelek yapılarak en yakın pazara götürülüp satılması gerekir.

Görüldüğü gibi çobanın sorumluğu az değil. Hayvanların güvenlik, sağlık, barınma ve beslenme sorunlarını hatasız çözmesi gereken kişi. Bundan dolayı son zamanlarda çobanlık mesleği sertifikalandırılsın, hatta yüksek okulu açılsın tezleri ortaya atılıyor.

Mesleğe formasyon kazandırılarak diplomalı sürü yöneticilerinin yetiştirilmesi amaçlanıyor. Bu bir nevi gençlerin mesleğe ilgisini artırmak için karizma kazandırma çalışmasıdır. Bu gerçekleşir mi gerçekleşmez mi bilmem. Ancak, çobanlık mesleği hem güvenlik hem sağlık hem de yöneticilik bilgisi gerektiren, sabır isteyen, emek isteyen bir meslektir…

Yöneticiler de çobandır, yaptıkları işlerden sorumludur. Türkiye'nin hayvancılıktan sorumlu yöneticileri yani çobanları bu noktada başarılı mı bakalım.

Milli Tarım Projesi'nin tanıtımında, 150-200 ton et açığımızın olduğunu, bu açığı kapatmak için 500 bin büyükbaş hayvan ithal ettiğimizi, 400 bin buzağının hastalıktan öldüğünü, etçil ana tavukta yüzde 100 dışa bağımlı olduğumuzu, eksikliğimizi gidermek için bu yıl yerli anaç tavuk üretimine başlayacağımızı öğrendik. Bu veriler hayvancılıkta bir kısım sıkıntıların sürdüğünü açıkça gösteriyor. Olumla yanı ise devletin zirvesinin bu eksikliğin farkında olmasıdır.

Hayvancılığın ana girdisi yemdir, samandır, yoncadır, slajdır, ottur. Bu ürünleri elde etmek için arazilerin tümünün değerlendirilmesi gerekiyor. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Sayın Faruk Çelik'in “Ekilmedik bir karış boş arazi bırakmayacağız, ekeceğiz" taahhüdü bu eksikliğin giderilmesi noktasına önemli bir hedeftir.

Hayvancılığın geleceği için tarım arazilerinin tam değerlendirilmesinin yanında meralarımızın da değerlendirilmesi zarurettir. Bu noktada da Başbakan Sayın Binali Yıldırım'ın “Mutlaka ve mutlaka damızlık hayvancılığı teşvik edeceğiz. Hayvancılıkta kendi kendimize yeten ülke haline geleceğiz. Bundan böyle meralarımız terör elamanlarıyla değil, çobanlarımızla, çiftçilerimizle ve ülkemizin hayvancılığıyla daha da şenlenecek." sözleri Hükümetin kararlılığını ifade ediyor.

Gerçekten istihdam noktasında önemli işlevi olan hayvancılığın gelişmesi terörün çözümüne de önemli katkı yapacağı açıktır.

Sayın Cumhurbaşkanımızın “Bölgesini ve hatta tüm dünyayı doyuruyor olması gerekirken Türkiye'nin gıda ve et ithalatı yapıyor olması ortada bir sorunun olduğunun ifadesidir." tespiti hayvancılıkta işlerin tam yolunda gitmediğinin en net ifadesidir.

Cumhurbaşkanımız devam ediyor: “Meralarımız var et fiyatları almış başına gidiyor. İhtiyacımızı karşılayabilmek için ithalat yapmak zorunda kalıyoruz. Bu kabul edilebilir bir manzara değildir." Bu çok önemli tespit. “Adamlara gidiyorsun bakıyorsun peynirlerin envai çeşidini getiriyorlar. Biz de niye olmuyor?..." diye soruyor Cumhurbaşkanımız.

Ardından “Biz de yaparız. Bunların çeşidini artıracağız. Envai çeşit peynir üreteceğiz ve ondan sonra da dünyaya pazarlayacağız" hedefini ortaya koyuyor. Sayın Cumhurbaşkanımız gerçekten önemli bir noktanın altına çiziyor. Bir belgeselde Fransa'da 250 çeşit peynirin üretildiğini gözlerimle gördüm, kulaklarımla duydum.

Sözün özü, süt, yem, dericilik, tekstil başta olmak üzere bir çok sektörü etkileyen hayvancılıkta, eksikliklerimizi gidererek mili hasıla ve ihracat içindeki payını arttırarak istihdamdaki rolünü güçlendirmek durumundayız.

Bu zor değil başarabiliriz.