İstanbul Ümraniye'de çok yüksek olmasalar da yeşili işgal eden onlarca beton binadan birinin beşinci katı. Oturma odasında kulağımıza çalınan kuş sesleri ve varlığı hissedilen temiz havanın camdan dışarıya baktığımızda gördüklerimizle pek ilgisi yok gibi. 'Peki nereden geliyor olabilir?' diye soranlara “Murat Doğan'ın üç metrekarelik balkonunda oluşturduğu mini çiftlikten" cevabı yeter de artar bile.

Evet Murat Doğan, evinde kendisinin çok az müdahalesiyle döngüsünü devam ettiren bir eko sistem kurdu. Onu bu noktaya götüren sürecin başı balkon bahçeciliği alanında düzenlenen bir seminere katılması. Ardından İSMEK'te düzenlenen balkon bahçeciliği kursuna devam eden Doğan, önceleri bulduğu pet şişelere nane, fesleğen dikerken şimdi balkonunda bir nevi tarım yapıyor.

Nasıl başladığını kendisi anlatsın: “Aslında her şey ihtiyaçla ilgili. Önce normal bir saksı ile başladım. İçinde kaktüs, nane vs. vardı. Bir süre sonra şu ihtiyaç doğdu: Ben bunlara suyu veriyorum ama bunlar iyi büyümüyorlar, demek ki iyi bir su değil." Klasik balkon bahçeciliğinden balkonda mini tarıma uzanan sürecin başı Doğan'ın bu sözlerine dayanıyor. Şehirde hepimizin kullandığı suyun ölü olduğunu anlatan Doğan, devam ediyor: “Filtrelerden geçen, içine klor katılan, içinde balık gezmemiş, bitki büyümemiş su ölü su ve şehirde biz canlı suya kolay ulaşamayız. Yağan yağmura kolay ulaşamıyoruz, sağımızdan solumuzdan dereler akmıyor ki, o dereleri bahçemize kanalize edelim vs..."

Akvaryum suyu ile toprağı suluyor

'Bu suyu nasıl canlandırabilirim?' diye düşünen Doğan, aynı balkonda akvaryum içinde balık yetiştirmeye başlamış. Ve akvaryum suyu ile sulamış toprağını. Sonuç gayet başarılı. Naneleri köklendirirken ufak çaplı bir deney de yapmış. Üç bardaktan birine normal su, diğerine bitkileri güçlendirsin diye özel gübrelerin suyunu, sonuncuya da akvaryum suyu koymuş. Aralarında en verimlisi akvaryum çıkmış.

Hayvanların sürece dahil olmaya başlaması balıklarla gerçekleşmiş anlayacağınız. Doğan, suyun ölü su olduğunu fark ettikten sonra bu kez sıra toprağa gelmiş. Piyasada satılan toprakların gerçekten çok kötü olduğunu fark ettiği zaman ise 'daha iyi toprak nasıl elde ederiz' diye düşünmeye başlamış. Sorunun cevabının Aristoteles'in dünyanın bağırsakları olarak tanımladığı solucanlar olduğunu söyleyen Murat Doğan, solucanın özellikle gübresi dolayısıyla toprak için çok kıymetli olduğunu söyleyip bilmeyenler için mantığını anlatıyor: “Hayvan ne kadar büyükse bağırsakları o kadar uzun oluyor ve o kadar uzun bağırsaktan çıkan şeyden fazla bir şey kalmıyor, posa kalıyor. Hayvan ne kadar küçülürse de bağırsağının gübresi o kadar kıymetli." "Solucanları nasıl besliyorsunuz?" sorusuna cevabı ise şöyle oluyor Doğan'ın: “Mutfaktan ne çıkarsa o gün onu yiyorlar. Diyelim patates kızarttım. Kabuğunu atıyorum, menemen yaparken domatesin kabuğunu atıyorum, onu yiyorlar. Muz kabuğunu çok severler." Dedik ya balkondaki her canlının bir görevi var diye, solucanlarınki de toprağı beslemekmiş.

Solucanlar toprağı yeniliyor, kuşlar gübre veriyor…

Gelelim sesleriyle evde her daim bir bahar havası yaşanıyormuş hissi veren kuşlara. “Sadece solucanın gübresi ile olmuyordu." diye söze başlıyor Murat Doğan ve devam ediyor: “Solucan aslında toprak oluşturuyor. Gübre başka, toprak başka. Solucan toprak oluşturuyor, toprağı yeniliyor. Gübre ise direkt azot, potasyum vb. içeriyor. Yanmış hayvan gübresi bulmak şehirde kolay değil. Köy yerlerinde kolay. Ya yakın yerlere gidip toplayacaksınız ya da kendiniz yapmak zorundasınız. Toprağı biraz almıştım.

Hem kuşun gübresi ile hem de solucanın oluşturduğu iyi toprakla karıştırarak iyi bir toprağa dönüştürüyorum kendimce." Doğan'ın 10'dan fazla kuşu var. Bir de bıldırcını var ki, yine en kıymetli gübre ondan çıkıyormuş. Kendisinden dinleyelim: “Gördüğünüz kafese bırakıyorum hem toprağın içinde oluştuysa böceği yiyor hem oluştuysa ayrık otlarını yiyor hem şöyle bir karıştırıyor. Kuş burada dolaştığı zaman üç tarafın faydası var. Hem bana hem toprağa hem kendisine faydası var. Bunların hepsini benim yaptığımı düşünün, bir kere ayrık otlarını toplamaya uğraşacağım hem ilaç vereceğim ki, bunun maliyeti var ve toprağa zarar veriyor. Böcek börtü oluştuğu zaman bir de onlarla uğraşacağım. Bunlara gerek yok, doğru canlıyı doğru kaynakla buluşturuyorum, kendi kendine döngü kuruluyor."

Eski bir öğretmen olan Murat Doğan, şu anda ise kostüm tasarımı yapıyor. Bu işlerle ilgili olmasını ve doğadan kopmamasını ise küçüklüğünün Adalar'da geçmesine bağlıyor. Tavuk besleyen babası dahil adadaki birçok kişi hayvancılıkla uğraşan, ekip biçen insanlarmış ve dolayısıyla hiçbir zaman tamamen kopuk olmamış doğadan. Doğan, elbette küçük çaplı da olsa nane, domates, marul, salatalık ekmeye devam ediyor ama onu asıl ilgilendiren, ufak müdahalelerle kurduğu sistemin şimdi ona çok fazla ihtiyaç duymadan devam ediyor olması. Fakat yine de bu üç metrekarelik alanda yetişen ürünün şehir insanının parasıyla dahi alamayacağı kadar faydalı ve lezzetli olduğunu söylüyor. Ona göre ortamdaki hava kalitesi yüksek çünkü çok fazla klorofil var. Buğday Derneği'nin Kadıköy'deki ofisinde balkon bahçeciliği üzerine bir eğitim veren Doğan, hem bu eğitimler hem de Facebook'taki paylaşımları sayesinde birçok kişiye ilham vermiş.

Değişimi gözlemlemek müthiş bir duygu

Murat Doğan, balkonundaki küçük dünyada gözlemlediklerinin kendisine ne kadar iyi geldiğini öyle güzel anlatıyor ki, buyurun siz de dinleyin: “Her gün okula ya da işe giderken yaptığımız şeyler o kadar rutinleşiyor ki, sabah kalkıp ilk balkona bakmak aslında bir şeylerin değiştiğini gösteriyor. Bu yüzden sıkılmıyorsunuz. Mesela işe giderken kat ettiğiniz yol hiç değişmiyor. Sabah kalkar kalkmaz yaptığınız işler de hiç değişmiyor. En fazla farklı bir kıyafet giyerek ufak değişiklikler yapabiliyorsunuz. Aynı yoldan geçip aynı otobüse binip işyerinde aynı saatlerde bilgisayarımızı açıyoruz. Ama burası farklı. Açıp bakıyorum, kurtçuklar büyümüş ya da kurtçuklar azalmış, demek ki balıklara çok kurtçuk verdim, biraz da dafnia vereyim diyorum.

Bu arada dafnia da mucizevi varlıklar. Görünmeyecek kadar küçük olduğuna bakmayın, onlara hiç gıda vermiyorum, tamamen suya değen ışığın oluşturduğu yosunumsu şeyi yiyorlar. Müthiş bir bereket. Hava da güneş de bol bol var, su da nispeten var. Sonra bitkilerime bakıyorum hava soğuduğu zaman geri çekiliyorlar, ısındığı zaman canlanıyorlar. Bir gün bakıyorum, kuşlar yumurtlamış, bir bakıyorum bir gün bir yavru yumurtadan çıkmış vik vik bağırıyor. Başka bir gün bakıyorum, iki erkek kuş dişi için kavga ediyor. Hayatın ta kendisi yaşanıyor. Onları ayırmak için diplomasi kullanıyorum, ya ayrı bir kafese koyuyorum ya oyalamak için yem topları veriyorum. Canlıların birbirleri ile olan ilişkisini gözlemliyorum, hayatta bir yenilen bir yiyen olduğunu görüyorum vs."

ZEYNEP KILIÇ / ZAMAN