Taş Ocaklarının Gölgesinde Kuruyan Barajlar: Türkiye’yi Bekleyen Sessiz Su Krizi

Abone Ol

Türkiye bugün, yakın tarihinin en sessiz ama en derin krizlerinden birinin eşiğinde duruyor: Su krizi. Bu kriz, sadece iklim değişikliğinin gökten eksilttiği yağmurla açıklanabilecek kadar basit değil. Asıl sorun, yeryüzünden değil, yeraltından geliyor. Çünkü suyun doğal yollarla barajlara ulaşmasını engelleyen insan eliyle yapılmış hatalar zinciri, artık ülkenin geleceğini tehdit ediyor.

Bir yanda küresel ısınma ve kuraklıkla boğuşan iklim, diğer yanda yanlış planlama ve denetimsizlikle kurutulan nehir yatakları… Türkiye’de bugün birçok baraj, yağış yetersizliğinden değil, suyun önüne dikilen taş duvarlardan dolayı dolamıyor. O duvarlar ise ne beton barajlar ne de bentler; taş ocaklarının devasa gövdeleri.

Doğal Su Yolları, Sanayiye Kurban Ediliyor

Kaz Dağları’ndan Toroslara, Sakarya’dan Menderes havzasına kadar yüzlerce dere yatağı, yakın çevresine kurulan taş ocakları nedeniyle artık barajlara ulaşamıyor. Bu ocaklar, yağmur sularının ve yeraltı kaynaklarının doğal akış yönünü keserek barajların su toplama havzalarını tahrip ediyor.

Doğanın milyonlarca yılda oluşturduğu o ince denge, birkaç kamyon moloz ve bir dinamitle geri dönülmez biçimde bozuluyor.

Bir zamanlar barajlara can suyu taşıyan küçük dereler, bugün toz ve taş yığınlarının arasında yönünü kaybetmiş durumda. Suyun baraja ulaşamadığı bir ülkede, yağış olsa bile kuraklık kaçınılmaz.

Bentler Yapılmadı, Planlama Unutuldu

Türkiye’de su yönetiminde bir başka büyük eksiklik, su akış istikametlerinde bentlerin planlı biçimde inşa edilmemesi.

Oysa bentler, barajlara giden suyu düzenleyen, taşkınları önleyen, tarım alanlarını besleyen en temel yapılardan biridir.

Fakat bizde bent, çoğu yerde sadece kâğıt üzerindeki bir proje olarak kaldı. Sonuçta yağmur yağdığında sel, yağmadığında kuraklık yaşanıyor.

İki uç arasında savrulan bir ülke, suyu ne yönetebiliyor ne de koruyabiliyor.

Toprağı Beslerken Suyu Öldürmek

Tarımda kullanılan vahşi sulama sistemleri, suyun bir başka sessiz katilidir.

Devletin milyarlarca lira harcayarak kurduğu baraj ve göletlerden çekilen su, tarlalarda kontrolsüz biçimde toprağa salınıyor.

Sonuç: Yüzde 60’a varan su israfı.

Oysa modern damlama veya yağmurlama sistemleriyle aynı verim, çok daha az suyla elde edilebiliyor.

Ama hala birçok bölgede, su “sınırsız bir nimetmiş” gibi kullanılıyor.

Oysa Türkiye, kişi başına düşen yıllık kullanılabilir su miktarıyla “su stresi yaşayan ülkeler” arasında.

Bu tablo, birkaç yıl sonra bizi su fakiri ülkeler sınıfına düşürebilir.

Suudi Arabistan Çölü Aşarken, Biz Suyu Kaybediyoruz

Suudi Arabistan gibi kurak ülkeler, yeraltına döşedikleri boru hatlarıyla suyu yüzlerce kilometre taşıyabiliyor.

Onlar suyu olmayan çölde suyu taşırken, biz suyun bol olduğu topraklarda onu barajlara ulaştıramıyoruz.

Paradoksal bir tablo: Bizim derelerimiz taşıyor ama barajlarımız boş kalıyor.

Çünkü suyun yönü yanlış planlanmış, yatağı bozulmuş, önüne ocaklar dikilmiş.

Suyu taşımak için teknoloji değil, önce niyet ve vizyon gerekiyor.

Borudan Değil, Vicdandan Geçecek

Artık su meselesi bir mühendislik sorunu değil, bir vicdan sorunu.

Suyu yönetemeyen bir ülke, gıdasını da, enerjisini de, bağımsızlığını da yönetemez.

Taş ocakları barajları besleyen dereleri kesiyorsa, bu sadece çevre değil, ulusal güvenlik meselesidir.

Su, bir ülkenin damarlarında dolaşan kan gibidir.

Ve biz şu anda o damarları taşla tıkıyoruz.

Bugün alınacak önlemler, yarın çocuklarımızın içeceği bir bardak su anlamına geliyor.

Suyun değerini, musluktan akmadığında değil, barajın dibi çatladığında anlayacağız.

Ve o gün geldiğinde, sorumlusu ne iklim ne yağmur olacak;

Suyun önünü kesen bizler olacağız.

{ "vars": { "account": "UA-60615480-1" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }