Adana’nın kavurucu sıcağında toprağa eğilmiş, gün doğumundan gün batımına kadar çalışan o ellerin çoğu Türkçe bilmiyor. Fındık dallarının arasında, bağ bozumunun gölgesinde ya da pamuk tarlalarının beyaz örtüsünde belini bükenler, artık büyük ölçüde göçmen işçiler. Türkiye’nin tarımında alın teriyle var olan görünmez bir kitle…
Soralım: Onlar olmasa bugün bu topraklarda hasat kim tarafından yapılacaktı?
Türkiye tarımı uzun süredir kendi genç nüfusunu tarlada tutamıyor. Köylerden kentlere göç, kırsalın yaşlanması, ağır çalışma koşulları ve düşük ücretler tarımı yerli işçi için cazip olmaktan çıkardı. İşte bu boşluğu Suriyeliler, Afganlar, Türkmenler ve Orta Asya’dan gelen mevsimlik işçiler dolduruyor.
Göçmen emeği, gıda arzının sürekliliğini sağlayan en kritik faktörlerden biri haline geldi. Onların ucuz ve esnek işgücü sayesinde pamuk dalında çürümeden toplanıyor, üzüm bağda kalmıyor, fındık dünya pazarına zamanında ulaşıyor. Kısacası, soframıza gelen domatesten market rafındaki ayçiçeğine kadar pek çok ürün, göçmen işçilerin alın teriyle hayat buluyor.
Ancak her katkının bir gölgesi vardır.
Bugün tarımı ayakta tutan göçmen işçiler, yarın için ciddi bir kırılganlığın habercisi olabilir. Çünkü bu düzen, yerli işçiyi dışarı itiyor. Ucuz işgücüne dayalı bir sistem, ücretleri düşürüyor ve tarımda emeğin değerini yok ediyor. Kayıt dışı çalıştırılan, sigortasız ve güvencesiz bırakılan göçmenler yalnızca kendi haklarından değil, aynı zamanda Türkiye’deki sosyal güvenlik sisteminden de pay eksiltiyor.
Daha da önemlisi, bu bağımlılık giderek yapısallaşıyor. Tarımın geleceği, göç akışının devamına bağlanıyor. Peki ya yarın sınırlar kapandığında, ya da bu işçilerin başka ülkelere yönelişi başladığında Türkiye’nin tarımı ne olacak?
Bir de işin toplumsal boyutu var. Yerel halk ile göçmenler arasındaki ücret rekabeti, kırsalda sessiz bir huzursuzluğu büyütüyor. “Benim çocuğum bu işte çalışmaz oldu, çünkü Suriyeliler daha ucuza yapıyor” diyen köylünün serzenişi sadece bireysel bir şikayet değil, yapısal bir sorunun işareti.
Bu tablo bize şunu söylüyor: Göçmen emeği, kısa vadede Türkiye tarımının can simidi, ama uzun vadede kendi çiftçisini toprağından koparacak bir bağımlılık zincirine dönüşebilir.
Asıl mesele şu: Tarımı göçmen emeğine dayalı ucuz işçilik üzerinden mi geleceğe taşıyacağız, yoksa yerli işçiyi yeniden kazanacak, emeğin değerini koruyacak adımlar mı atacağız?
Bugün soframıza gelen domatesin arkasında, alın teriyle Türkiye’ye katkı sunan bir göçmen var. Ama yarın, kendi çiftçisini kaybetmiş bir ülke, o domatesi bulabilecek mi?