Ah, ey Anadolu’nun bereketli toprakları!
Sen ki, asırlardır koyunların melemeleriyle, ineklerin mırıltılarıyla uyanan bir diyarın kalbiydin; şimdi ise yabancı diyarlardan sızan bir zehirle, şap hastalığının pençesinde kıvranıyorsun.
2025’in bu hazin yazında, Tarım ve Orman Bakanlığı’nın kapattığı hayvan pazarları, ahırların karanlık gölgesinde yankılanan hüzünlü bir ağıt gibi yükseliyor.
SAT1 serotipi, bir hayalet gibi yayılıyor; 81 ilde kök salmış, TARPOL'un çalışmasına göre büyükbaş hayvanların yüzde 30’unu pençesine almış, et üretiminde 2,3 milyar dolar, sütte 875 milyon dolarlık bir kayıp yaratarak ekonomiyi yaralamış.
Bu, sadece bir salgın değil; ithalatın lanetli mirası, yerli hayvancılığın ihmal edilmiş çığlığı.
Bir gazeteci olarak kalemimle haykırıyorum: İthalattan vazgeçip yerli üretimi kucaklamak, yalnızca çiftçinin kaderini değil, orta ve alt gelir gruplarının sofralarını da aydınlatacak bir şafak vaktidir.
Bu, bir ekonomik diriliş destanı; maliyetlerin zincirlerini kırarak, etin lüks olmaktan çıkıp halkın hakkı haline geldiği bir devrim!
Düşünün, sevgili okur: Bu toprakların damarlarında akan kan, yabancı hayvanların getirdiği hastalıklarla zehirleniyor. İthalat, ucuz et vaadiyle kapımızı çalıyor ama beraberinde felaket taşıyor.
2025 Haziran’ında büyükbaş hayvan sayısı 17 milyon 30 bine ulaşsa da, şap virüsü süt verimini düşürüyor, ölümleri çoğaltıyor; hayvan pazarları Antalya’dan Diyarbakır’a hâlâ kısmen mühürlü, giriş-çıkışlar kısıtlı.
Neden mi?
Çünkü ithal hayvanlar, yerel iklime yabancı; hastalıklara kapı aralıyor, yerli ırkları ezer geçer.
Yem hammaddelerinde dış bağımlılık, çiftçiyi montaj sanayicisine çevirmiş: Hayvan ithal, yem ithal, sonuçta bir kısır döngü.
TARPOL’un raporuna göre, salgın ekonomiye 4,1 milyar dolarlık bir darbe vuruyor; et fiyatları alev alırken, süt üretimi 21,5 milyon tona yakın seviyelerde seyretse de, verim kaybı “sessiz felaket” olarak anılıyor.
Bu ithalat politikası, kırsalın ruhunu söndürüyor; küçük çiftçiler iflasın eşiğinde, göç dalgaları şehirleri şişiriyor. Oysa yerli hayvancılık, bu zehirli zinciri kırabilir: Yerel ırklar, şap gibi virüslere daha dirençli; mera hayvancılığı teşvik edilse, yem maliyetleri düşer, istihdam yeşerir.
Yerli hayvancılığın yaygınlaşması, niçin mi bir zorunluluk, bir kutsal emanet?
Çünkü bu, sadece tarımın değil, ulusal bağımsızlığın kalesi. İthalatın gölgesinde ezilen üretici, hayvan başına düşük verimle boğuşuyor; gelişmiş ülkelerin gerisinde kalıyoruz.
Oysa devlet eliyle mera ıslahı, yerli yem bitkileri teşvikiyle maliyetler yüzde 30’a varan oranda iner; veteriner hizmetleri ücretsizleşir, aşılar sübvanse edilir, düşük faizli kredilerle modern ahırlar yükselir. Hatırlayın, 2025’te kurbanlık varlığı yeterli olsa da, süt üretiminde yüzde 117’lik artış vaatleri, ithalata değil yerli kalkınmaya bağlı.
Kooperatifler kurulsun, küçük işletmeler birleşsin; Organize Sanayii Bölgelerinde büyük ahırlar inşa edilsin, bitki ve hayvan hastalıklarıyla mücadelede yerli aşı üretimi teşvik edilsin.
Bu sayede, hayvan sayısındaki artış -ki 2025’te olumlu sinyaller veriyor– gerçek bir üretime dönüşür: Et üretimi yüzde 95,2, sütte ise daha da ötesi. Maliyetler düştükçe, üretici kazanır; pazarlar canlanır, aracılar azalır. Kırmızı etin kilosu 500 liradan 200-250 lira seviyelerine inse, ne olur? Orta gelirli aileler haftada bir et pişirir, alt gelir grupları protein yoksunluğundan kurtulur.
Bu dönüşüm, sofralara adalet getirir; bir sosyal kurtuluş marşıdır. Bugün, süt fiyatları 17-18 lira arasında dalgalanırken, et enflasyonu halkı ezer. Zenginler ithal biftekle ziyafet çekerken, fakirler baklagille yetiniyor; çocuklar büyüme geriliğiyle yüzleşiyor.
Yerli hayvancılıkla arz fazlası kalıcılaşır: Fiyatlar dengelenir, enflasyon frenlenir, toplumun damarlarında sağlık akar. Bu, bir ekonomik zincirleme reaksiyon: Kırsal kalkınır, göç durur, şehirlerdeki yoksulluk azalır. Üstelik, şap gibi salgınlar kökünden kesilir; biyogüvenlik duvarları yükselir, ulusal mücadele stratejileri zaferle taçlanır.
Ey karar vericiler, çiftçiler, vicdan sahipleri! İthalatın cazibeli ama aldatıcı siren şarkısına kulak tıkayın. İthalat ile ceplerini dolduran aracılara dur deyin. Yerli hayvancılık, bir manifestodur; maliyetleri kırbaçlayarak, üretimi çoğaltarak, sofraları bereketle donatarak geleceği kurtarın.
Tarım Bakanlığı’nın kapısını çalın, değişim olması gerektiğini haykırın. Çünkü et, sadece bir gıda değil; bir ulusun gücü, bir halkın onurudur. Bu ağıttan bir zafer türküsü doğsun; yerliye dönün, Anadolu’nun ruhunu yeniden uyandırın!