Türkiye… Yedi coğrafî bölgesi, binbir çiçek kokusuyla bezeli ormanları (her ne kadar ihmallerden kaynaklı ormanlarımızın bir kısmı yansa da) ve her biri ayrı bir nektar kaynağı olan zengin florasıyla, arıcılık cennetidir.
Anadolu’nun bağrında yetişen ballı bitkilerin yüzde 70’i sadece bu topraklara aittir; neredeyse yarısı endemiktir.
Çam, köknar, akasya, ıhlamur, kestane…
Bu ağaçlar arılar için birer nektar hazinesi, ama ne yazık ki Türkiye’de arıcılık potansiyeli, Tarım Bakanlığı’nın stratejik eylem planı eksikliği ve plansız politikaları nedeniyle heba edilmektedir.
Koloni başına bal verimi, acı bir gerçeği ortaya koyar: Dünya ortalaması 24 kilogram iken, biz 16–17 kilogramla sınıfta kalıyoruz. Koloni sayımız Çin’den sonra ikinci, toplam bal üretiminde dördüncüyüz ama verimlilik ve kaliteyi pazarlamada gerilerdeyiz.
Dünya piyasasında çam balının yüzde 85’ini üretirken, Bakanlığın tanıtım ve kalite kontrol konusundaki ihmalleri, ürünlerimizin ucuz fiyatlarla el değiştirmesine yol açıyor. Türkiye’nin balı, kendi ülkesinde değer görmüyor; Bakanlık ise bu duruma hala seyirci.
Sorunlar zinciri ise vahim...
Eğitim eksikliği, verimsiz arı ırkları, çevre kirliliği, küçük ölçekli işletmeler, göçer arıcılık sorunları ve örgütsüz arıcılar...
Bunlar yıllardır Bakanlığın göz ardı ettiği meselelerdir. Yöreye uyumlu yerli arılar yok edilirken, Kafkas melezi gibi uyumsuz ırklar tercih ediliyor; bal verimi düşüyor. Arıcıların uyarıları, Bakanlık bürokrasisinin raflarında sessizce ömrünü doldurmayı bekliyor.
“Yöremize uygun, yüksek verimli ve sakin arı ırkları oluşturulmalı.”
Ama talepler kulak ardı ediliyor; ıslah ve seleksiyon çalışmaları ya başlamıyor ya da yeterince desteklenmiyor.
Pazarlama alanı tam bir felaket. Çin ve İran’dan gelen kaçak bal, sahte üretimle mücadele eksikliği ve üreticiye adil fiyat oluşturamamak, arıcıyı çaresiz bırakıyor. Türkiye hala arıcılığı tek boyutlu görüyor.
Bal. Oysa arı sütü, propolis, polen ve arı zehiri için pazar oluşturulsa, arıcılık stratejik bir sektör olurdu. Bakanlığın arıcılık ile ilgili yapması gereken mevzuat düzenlemeleri yeterince hayata sokulmadığı için, bu fırsatları da heba ediyor.
Eğitim ve teknoloji eksikliği ise cabası. ABD, Avustralya ve Çin’de birim başına bal verimi yüksekse, nedeni açıktır: Eğitilmiş arıcılar, ileri teknikler, teknoloji yatırımı ve sıkı denetimler.
Türkiye’de ise arıcılık hala geleneksel yöntemlerle yürütülüyor; Bakanlık yeterince gerekli eğitimi, danışmanlığı ve uzman rehberliği sağlamıyor. Varroa gibi hastalıklarla mücadele bile arıcıların bireysel çabalarına bırakılmış durumda.
Devlet ve Tarım Bakanlığı’nın rolü artık tartışmasızdır.
Arıcıya destek sağlamak, eğitim ve teknoloji yatırımı yapmak, genetik ıslah çalışmaları yürütmek, göçer arıcılığın çevresel etkilerini düzenlemek ve sahte balın önünü kesmek zorunluluktur. Ancak yıllardır ihmal edilen bu görevler yüzünden, Türkiye’nin bal potansiyeli çöpe gidiyor; genetik çeşitlilik yok oluyor.
Arıcılık sadece bal üretimi değildir; arıların tozlaşmadaki rolü tarımsal üretimin can damarıdır. Doğa ne kadar cömert olursa olsun, verimlilik ve sürdürülebilirlik, bilinçli arıcılık, genetik çeşitlilik ve ileri teknoloji ile mümkündür.
Türkiye, balın ve arının hak ettiği yere ulaşmak istiyorsa, artık bireysel çabaların ötesine geçmeli, Tarım Bakanlığı’nı bu sessiz çığlığı duymaya ve sorumluluk almaya zorlamalıdır.
Aksi takdirde, sessiz çığlık kaybolacak ve potansiyel bir daha geri gelmeyecek.