Mevcut durumda Türkiye'nin Milli Tohumculuk sektörü bir ithalatçı ve Hollanda'nın küresel tohum firması Bejo Zaden'in Türkiye'deki distribütörü tarafından yönetildiği düşünüldüğünde, makaledeki tespitler daha anlamlı hale geliyor.

Ülke tarım ve tohumculuğunun bağımsızlığı ve geleceğini yakından ilgilendiren işte o düşündürücü tespitler...

TARIMDA KÖYSEL DÖNÜŞÜM ŞART

"Kanunlar, kimi zaman kanunsuzluğu meşru kılmak içindir" (Anonim)

Sene 2006.

Genç bürokrat ve ekibi heyecanlıydı, son sözü söylemek, son noktayı koymak için toplanmışlardı. Ülkemiz tohumculuğunun kaderini belirleyecek kanun tasarısı meclise sunulma aşamasına gelmişti. Bu aşamadan sonra komisyonlardan geçecek, mecliste görüşülecekti. Ama bürokrat ve ekibi için yolun sonuydu. Cumhuriyet tarihi boyunca kaç tohumculuk kanunu çıkmıştı ki zaten.

İki dudak arasından çıkan bir kelimeyle başlamış, derken cümleye dönüşmüş sonra tanımlar, maddeler, paragraflar, sayfa sayfa raporlar ve nihayet kanun tasarısı son şeklini almıştı. Tıpkı tohumun toprağa düşüp, çimlenmesi, yeşermesi ve meyveye dönüşmesi gibi.

Komisyonlarda tartışılan ve ardından mecliste görüşülen tasarı sonuçta kanun olmuş ve yürürlüğe girmişti. Genç bürokrat resmi gazeteyi açmış, emek verdiği, kafa patlattığı, günlerini, saatlerini harcadığı kanunun kabul edilen şeklini incelemeye başlamıştı.

Kanunda geçen maddeleri görünce gözlerine inanamadı.Hazırladıkları kanun tasarısı kuşa çevrilmiş ve sonradan çok sayıda yeni maddeler eklenmişti. Kanunda geçen 43 maddeden 29'unun birliklerle ilgili olduğunu görünce sekreterine; "bana Mazlumu bulun!" diye seslendi.

Şaka şaka sadece kravatını gevşetti ve sessizliğe büründü.

İyide, tohumculuk kanununun içinde, birlik kuruluş maddelerinin ne işi vardı? Hele de üretici birlikleri ile ilgili, kapsamı ve hedef kitlesi aynı olan, farklı cümlelerle olsa da aynı şeyleri ifade eden, tarımsal birliklerin kurulma şeklinden, işleyişine kadar aynı konunun anlatıldığı, 2004 yılında kabul edilen, 5200 sayılı tarımsal birlikler kanun yürürlükte iken.

Her nasılsa, bir el, 2006 yılında tohumculuğu düzenlemek için hazırlanan 5553 sayılı "Tohumculuk Kanununun" içine tohum üreticileri birlikleri ile ilgili maddeleri, yerleştirmişti. İnanılır gibi değildi. Tohumculuk kanunu adeta birlik kanunu olmuştu.

Evet birkaç ayrıntı vardı.

Türkiye Tohumcular Birliği başlığı altında, altbirlik kavramının kullanılması, üyeliklerin gönüllük esasına değil zorunluluk esasına göre yapılması, üyelerden cirolarının binde ikisinin değil binde üçünün alınacak olması, kamu kurumu yetkisi verilmesi gibi ayrıntılardı.

Bu kapsamda kurulan birlikler, öne çıkan bu ayrıntılarla kendilerini daha özel konuma taşıyan avantajlar elde ediyorlardı. Bu avantajlar, çiftçilerin ve üreticilerin pekte lehine olmayan avantajlardı. Ama kanun yürürlükteydi. Yürüyecekti. Kimbilir kimlere yürüyecekti.

O gün saygıdeğer bürokratımız teşekkür telefonlarına cevap vermenin dışında hiçbir yoruma girmedi. Bu kanuna dayanılarak, mevzuatlar çıkarıldı, talimatlar hazırlandı, birlikler kuruldu.

Bu yıl "Tohumculuk Kanunun" 10. Yılı.

"En kötü kanun, kanunsuzluktan iyidir" deyişiyle, bir taraftan sevinsekte bir taraftan da oldukça endişeliyiz. Niye mi? Çünkü "yürüme" eylemi tüm şiddetiyle başlamış durumda. Birkaç madde üzerinden endişelerimizi dillendirelim;

"zorunluluk maddesi"

Gelişmiş ülkelerde kurulan birliklerde gönüllülük esas alınırken, 5200 sayılı üretici birlikleri kanununda da gönüllülük esası varken, 5553 sayılı tohumculuk kanununun içerisine yerleştirilen "birliklere üyelik" maddesinde neden zorunlu üyelik şartı getirilmiştir?

Örneğin, aynı alanda faaliyet gösteren, yağ bitkileri ile ilgili bir birlik kurulunca "gönüllü üyelik" arayacaksınız, ancak tohumculukla ilgili birlik kurunca "zorunlu üyelik" diyeceksiniz. Bu bir çelişki değil midir? Acaba bunun izahı var mıdır?

10 yıldır yürürlükte olan bu kanun dahilinde kurulan birlikler; gün geçtikçe, bir taraftan bakanlığa, bir taraftan, üreticilere, çiftçilere yönelik gittikçe keskinleşen bir tutum sergilemeleri, neyin nesidir?

Özellikle bu keskinleşen tutuma, son zamanlarda "zorunlu üyelik" maddesinin uygulanması hususu örnek olarak verilebilir. Bakanlık yetkililerine, üye olmayan üreticinin, çiftçinin işinin yapılmamasını teklif edecek boyuta gelmiş olması esef verici bir durumdur.

Üretici ve çiftçi, gönüllü üye olmuyorsa, üye olmanın faydasına inanmıyor demektir. Bu demokratikliğe sığmadığı gibi bunu kanunun içine yerleştirerek, adeta devleti vatandaşıyla karşı karşıya getirmek gibi bir vahamete sürüklemek doğru bir tutum değildir.

Üyelerden alınan aidat konusu da ilginçtir. Tarım üretici birlikleri kanununda (5200 sayılı kanun) üyelerden alınacak miktar "binde iki" iken, Tohumculuk kanununda (altbirlikler kanunu yada 5553 sayılı kanun) "binde üç" olarak takdir edilmiştir.

Bunlara neden ayrıcalık tanınmıştır? Üstelik kar edip etmemesine bakmaksızın cirosunun binde üçü! Aynı zamanda bu birlikler vergiden muaftırlar. Birkaç personel ve ofis kirasının dışında masrafları yoktur. Peki gelirler nereye harcanmaktadır?

Birliklerden birinin bütçe görüşmelerinde, gelirlerinin 5/6 sını yurtdışı gezilere harcadıkları ile ilgili basında çıkan haberlere bakılırsa, yurtdışı severler derneği olsalar daha mı tutarlı olurlar diyesi geliyor insanın.

Bu mudur tarımsal üretici birliği mantığı? AB genelinde, tarımsal örgütlenmenin oldukça iyi işleyen bir mekanizmaya sahip olması, öncelikle yapısal farklılıkları gözetmesi ve buna uygun hareket etmesinden kaynaklanmaktadır.

AB Ülkelerinde tarımsal üretici birliklerinin oluşma süreci 100 yıldan fazla sürede gerçekleşmiş ve kendi ülkelerinin tarımsal yapısına uygun oluşmuştur. Ülkemizde ise kuruluş tarihleri itibarı ile 8 yıl gibi süreçte gerçekleşmiş olan bu yapı, üretici olmaktan çok bürokrat kökenli ekibin oluşturduğu, tarımsal üretimde ülkemizin emekçileri olan, çiftçilerimizin ve köylülerimizin yapısını yansıtmamaktadır. Üreticilerin ve çiftçilerin sorunlarına çözüm aramaktan uzaktır.

Henüz olgunluk sürecini tamamlamamış olan birliklerle ilgili olarak, kuruluş şeklinden, işleyiş ve gidiş şekline kadar, bir çok aşamada hala tartışmalar sürerken, ciddi manada hiçbir alt yapıları henüz yokken, 5553 sayılı kanunu kaynak göstererek, devletin en köklü kuruluşlarının yetkilerini almaya yönelik girişimleri de anlaşılır gibi değildir.

Devletin üreticiye hizmetinde kar amacı gütmediği ve tohumculukta güvenliğin ve güvenilirliğin ön planda olduğu bilindiği halde, apar topar yetki alma girişimi, kuşkulu bir girişimdir. Yabancı etkisinde hayat süren bu birliklere, Devlet eliyle yapılan hizmetlerin devredilmesi, yetki verilmesi ile ilgili hesabın iyi yapılması gerekir.

Bu birliklerin yönetiminin yarın kimlerin eline geçeceği garanti değildir. Eğer bu şartlarda yetki verilirse, Bu yetkiyi verenler rahmetle anılmayacaktır. Küçük ölçekli çiftçiler, köylüler değerlidir. Önleri kesilmemelidir. Sadece para ve güç sahipleri değil, emek sahipleri de söz sahibi olmalıdır. Elbette ki öncelikle yetkililerin bilinçli hareket etme zorunluluğu vardır.

Uzun yıllar çiftçilik yapan bir vatandaş kendi ürünü içerisinde özel bir çeşit tespit edip tescile getirmek istese kendi adına getirememektedir. Çünkü bu kanun (altbirliklerin geçtiği kanun) kapsamında hazırlanan mevzuat buna izin vermemektedir. Kanunun tarif ettiği ıslahçı şartı vardır. Herhangi bir çeşidi tescile ancak kanunda tarif edilen ıslahçı getirebilir. Kanunun kapsamında çıkarılan mevzuatta kabul edilen Islahçı tarifi daha enteresandır.

Üniversite bitirmiş, bitki ıslahı dersi almış bir ziraat mühendisi, bu kanun kapsamında ıslahçı olarak değerlendirilmemektedir. Ancak 5553 sayılı kanun (altbirliklerin geçtiği kanun) kapsamında kurulan Islahçılar Altbirliği'nden 3 ay, ücret karşılığı eğitim alarak "Islahçı" olunabiliyor olması, fantezinin nasıl tavan yaptığının bir göstergesidir. Böylece birlikler, kanun ve mevzuat kılıfını giyerek bir ziraat fakültesinden daha kıymetli konuma kendilerini taşımış oluyorlar.

5200 sayılı üreticiler birliği kanunu beğenmeyip, kendi varlığını "Tohumculuk Kanunu" gibi özel bir kanunun içine gizleyerek; çiftçiyi, üreticiyi üyeliğe zorunlu kılan, üreticinin gelirinde gözü olan, "onlar cahil bilmez" güdüsüyle hareket eden, kendilerini, Bakanlık yetkililerinin üstünde gören, kanunla, kendilerine kamu yetkisi verdiren, çiftçinin, köylünün, gerçek üreticinin doğal ihtiyacı şeklinde değil de, "hıyarım var diyene tuz alıp koşan" görüntüsüyle, adeta mantar gibi biten üretici firmalarının yuvalandığı bir birlik oluşumu ne kadar hayra yorulabilir?

Bu iş bir oyun değildir.

Ülkemizin menfaatleri, çiftçimizin, üreticimizin hatta tüketicimizin menfaatleri söz konusudur. Ülkemiz tarımının, tohumculuğunun bağımsızlığı ve geleceği söz konusudur. Ülkemiz şartlarını, çiftçimizi, köylümüzü, gerçek üreticimizi dikkate almak zorundayız. Onlara öteki muamelesi yapılmasına göz yumamayız. Farklılıkları gözetmek zorundayız. Bu alandaki herkesi bir şablona getirmeye çalışmak bu sektörü kıracaktır.

Herkesi ve herkesimi bir şablona getirmek; batılıların, gelişmekte olan veya gelişmemiş ülkeleri daha rahat kontrol etmek için kullandıkları bir yöntemdir. İstedikleri gibi, tek şablona getirilmiş bir tarım sektörünü yönetmek oldukça kolaydır. Batı bunu kendi içinde yapmamaktadır. Ancak bizim gibi ülkelere dayatmaktadır. Hatta kanunlarımızı bile buna göre hazırlamamız hususunda baskı yapmaktadır. Bunun için de yerli firmalarla ortaklıklar kurmakta, tarımsal birlikler de ve tarımsal örgütlenmeler de, yerli firmalar vasıtasıyla temsilciler bulundurmaktadırlar.

Bakkal dükkanı açar gibi yerli tohumculuk firmaları açılmış olması da düşündürücü. Hali hazırda 750 civarı yerli tohumculuk firması var. Ancak hepsini toplasan Monsanto'nun % 5'i etmez. Dünyadaki tohum ticaretinin %90'nında 7-8 yabancı firmanın söz sahibi olduğu, yerli firmaların, dünya ölçeğindeki ticaretin % 95'inin bile içine giremediği göz önünde tutulursa, işin ciddiyeti daha iyi anlaşılır sanırım.

Tohumculuğun ranta dönüşmesine izin verilmemelidir. Öncelikle kendi koşullarına uygun, bağımsız, demokratikçiftçi örgütleri oluşturulmalıdır. Tamamen ihtiyaçtan kaynaklanan bir yapılanma ve oluşum gerçekleşmelidir. Bunun için 5200 sayılı Tarım Üreticiler Birliği Kanunu yeterlidir.

5553 sayılı Tohumculuk Kanununun içine yerleştirilmiş olan; birliklerin kuruluşu, yönetimi, tüzüğü vs. maddeleri tohumculuk kanunundan ayıklanmalıdır. Tarımsal birlik ve örgütlerin yönetiminde bürokrasi kökenli kimse olmamalıdır. Ancak danışmanlık yapmaları uygun olabilir.

Üretici örgütleri, çiftçilerin, üreticilerin gönüllü katılımlarına dayanmalı, zorunluluk saçmalığına son verilmelidir. Gerçek manada üretici birliği üretimden, ürün pazarlamaya kadar, üyelerine; çevre dostu üretim yapma, depolama, tasnif, pazarlama, defter tutma ve bütçe tekniğine kadar çeşitli konularda bilgi aktarması ve bir eylem planı yapmış veya yapıyor olması lazımdır.

Göstermelik ve samimiyetten uzak, hatta sektörel amacı ikinci planda tutan, sonuçsuz, alınan kararların hayata geçmediği çalıştaylar düzenleyen birlikler, gerçekte ümitsiz vakalardır. Çünkü ihtiyaca binaen değil zoraki yapılanmalardır. İşlerini bir eylem planına göre yürütmeyi başaramamış ve her şeyini devletten bekler konumda olan birlikler çiftçiye, üreticiye ne verebilir?

Kısaca özetlemeye çalıştığımız, kurulması gerektiği gibi kurulmamış olan ve yapması gerekenleri yapmayan bu yapılar, hiyerarşide, dünyadaki paydaşlarına özenmekte, ancak uygulamada ülkemize has bir hastalık olan, varoluş mecrasının dışına etki etme ve kontrol etme hevesindedirler.

Ne yazık ki ülkemizde birçok alanda olduğu gibi tarımsal alanda da bu tür yapılar, kendi doğal sınırlarında kalmayıp, biraz tüylenince siyasi zemine etki etme ve rant tandanslı yapılara dönüşme davranışı gösterebilmektedir. Asıl misyonundan uzaklaşma, beraberinde uluslararası güç merkezlerince kullanılmaya ve yönlendirilmeye elverişli hale getirmektedir.

Bu sarmala düşen tarımsal birlik yapısı özüne uygun bir şekilde yeniden yapılandırılmak zorundadır. Gelinen nokta, iç karartıcı bir tabloyu andırmaktadır. Birliklerin, kendilerinin göremediği, belki de görmek istemediği, bu bakış açısıyla da asla göremeyeceği, yapısal anormallikler kronikleşmeden önlem alınmalıdır.

İtilmişlik refleksiyle, itişmeler yaşatanlara fırsat verilmemelidir. Konunun kaynağına inilerek; gerçek üretici, çiftçi ve köylü merkezli, yeni bir düzenleme yapılmalıdır. Öncelikle, başlangıcı doğru yapmak gerekir. İlk düğmeyi doğru iliklemeli ki sonrakilerde doğru gelsin.

İlkeli duruş gösteren, evrilme sürecini doğru tamamlayan, sınırlarını bilen, yerliyi işin merkezine yerleştiren ve bu manada şeffaf bir kanunlaşmaya dayanan, farklılıkları gören ve dikkate alan tarımsal örgütlerin ve birliklerin başarılı olduğu ve olacağı dünyadaki örnekleri ile sabittir.

Kaynak: M.Murat Gün / Memurlar.net