Davutoğlu, TZOB 26'ncı Olağan Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmada toprağın kendisi için ifade ettiği anlamlar üzerinde durdu. Davutoğlu hükümet olarak, tarımsal alanda yaptıkları çalışmalara değinmeden önce çiftçiye söz verdi. Davutoğlu şunları kaydetti: “Şimdi ben burdan, bütün ülkemize, bütün vatandaşlarımıza tekrar tekrar şunu vurgulamak istiyorum. Sizin vesilenizle. Toprağımız, bu bereketli topraklarımız… Bizim doğamızın, yüreğimizin kendi bir parçasıdır. Ona özenle yaklaşmak, ona emek veren çiftçilerimize özenle ve büyük bir hürmetle yaklaşmak hükümetlerin, devletlerin en asli görevidir ve toprağa hürmetle gösteren çiftçiye hürmet göstermeyen bir idarenin yaşaması mümkün değildir. Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk 'Köylüler efendidir' derken kast ettiği budur. Kast edilen sadece köylü-şehirli ayrımı değil çiftçilerimize duyulan hürmet.

Ben bu vesileyle değerli Başkanın(Şemsi Bayraktar) ifade ettiği hususlarda dahil olmak üzere, Çiftçilerden gelecek her görüş, her talebi en ince detayına kadar ele alacağımız sözünü sizlere bir kez daha ifade etmek istiyorum. Bizim bu çerçevede hükümeti ile Ziraat Odaları Birliği'nin, meslek kuruluşlarının arasında kuracağımız sağlıklı ilişki önümüzdeki nesillerin geleceği bakımında önemlidir."

Başbakan Davutoğlu konuşmasında şunları da kaydetti:

Tarım sektörünün insanlığın kadim birikimin en asli unsuru olduğunu belirten Davutoğlu, "Bu insanın doğasıyla ilgilidir. Ziraatten, çiftçiden, tarımdan bahsettiğimizde aslında topraktan bahsediyoruzdur. Mayası toprak olan insan, yine toprağa gidecek olan insan her zaman toprakla barışık olmak, toprağa saygı duymak zorundadır. Toprağa saygı duymayan aslında kendisine saygı duymaz. 'Bizim sadık dostumuzdur toprak' Aşık Veysel'in dediği gibi, bizim mayamızdır, bizim kimliğimizdir. Bu bereketli topraklarda, bu toprakla hemhal olarak gönül birliği kuran bütün çiftçilerimize selam olsun. Onların çabalarıyla toprağımız bereketlenirken ülkemiz de bereketleniyor.

DEDEMİN TOPRAĞA BAKIŞINI HALA HATIRLARIM

Konya, Çatalhöyük insanlığın tarım kültürünün ilk geliştiği topraklar. Ben de Toroslar'da büyürken dedem çok iyi bir çiftçiydi, çok özenle toprağa bakarlardı. İlk çevre ve toprak bilincini ondan aldım Toroslar'ın zirvesinde. Çok büyük olmayan bir bahçemiz vardı, Karagöbet dediğimiz Göksu'nun hemen kenarında. Dedemin o bahçedeki her bir gülü tek tek nasıl okşadığını, bir tanesinin yaprağında herhangi bir sararma olduğunda ağaçlara nasıl büyük Merhametle baktığını hala hatırlarım. Toprağı eline aldığında, toprağa doğru baktığında sanki kendi kalbine, yüreğine bakarmışçasına bakardı. Suya toprağı verirken elleriyle toprakla bir aşıkla maşuku buluşturur gibi o kıt suyu toprakla buluştururken duyduğu mutluluğu hatırlarım. Hepimize bunu öğretirdi. Öylesine bir merhamet yüklüydü ki toprakla ilişkisinde bahçemizde bir yılan vardı, yılana dahi dokundurtmazdı. 'O bu bahçenin bekçisi' derdi. O yılan da hiçbir kimseye zarar vermeden orada yaşardı.

TOPRAĞI İHMAL ETTİK

Bizler modern topluma geçişte toprağı ihmal ettik. Büyük binalara doğru seyrimizde şehirleşme esnasında toprakla uzaklaştıkça aslında kendi doğamızdan uzaklaştık. Ziraati tarımı sanki geri kalmış toplumların alanı görme hastalığına tutulundu. Halbuki her şey terk edilebilir ama ziraat, tarım asla ihmal edilemez. Her sektörde ihmal şöyle böyle zamanla telafi edilebilir ama tarım ve hayvancılıkta ihmal telafi edilemez. Birçok sektör olmadan yaşayabiliriz ama tarım olmadan, toprak olmadan yaşamamız mümkün değil. Yunus Emre 'Sordum sarı çiçeğe' derken gönlünden aslında sarık çiçekle konuşurken kendi doğasıyla konuşuyordu. Hepimiz toprağa merhametle yaklaşalım. Yine bu sefer anne dedem Yörük Türkmen obalarından o yaylara çıktığında yazın, o yaylalarda kalırdım sürülerle birlikte. Onların tek tek her bir koyuna, keçiye nasıl baktığını halen hatırlarım. Sanki evlerinde aile fertlerinden birine bakarmışçasına. Hepsinin bir adı vardı. Sarıkız vesair vesair. Ve bir tanesinin eksiği söz konusu olduğunda yürekleri dağlanırdı.

HÜKÜMET OLARAK ÖNEMLİ DESTEKLER VERDİK

Son 12 yıl içinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin dış borca ihtiyaç hisseden, birçok alanda daralma yaşayan ekonomiden küresel anlamda rekabet eden bir ekonomiye geçirirken aslında toprağımıza duyduğumuz saygının gereğini yaptık. Bütün siyasi görüşlerden azade olarak Sayın Genel Başkana (Kılıçdaroğlu) da hoş geldiniz diyorum. Ana muhalefet Partisi Genel Başkanı olarak alanlarda tabii ki o da konuşacak, biz de konuşacağız. Hep beraber seçime, barış içinde, bir demokrasi şenliği içinde gideceğiz. Burada Türkiye ekonomisinin geldiği son nokta itibarıyla hepimizin tarım sektörü bağlamında, istişarelerimizde, siyasi kaygılardan uzak bir şekilde, polemikten ve spekülatif yorumlardan uzak bir şekilde geleceğimizi planlamamız lazım. İstişarelerimizi bu çerçevede yapmamızda büyük fayda var. 90'lı yıllarda dünya ekonomisi genişliyordu, Türkiye ekonomisi bu gelişmeden hemen hemen hiç istifade edemedi. 1991 yılında milli gelirimiz 200 milyar dolar civarındaydı, 2002 yılında iktidara geldiğimizde milli gelirimiz sadece 230 milyar dolarda yani 30 milyar dolarlık bir artış. Bizim dönemde 230 milyar dolardan hemen hemen aynı sürede 12 yılda 830 milyar dolara milli geliri çıkardık. Tarım sektörü ülkenin, ekonomisinin bütününden kopuk bir sektör değil. Ülke ekonomisinin bütünü içinde tarım var.