Resmi bir açıklama yapılmamasına rağmen, gündeme düştüğü andan itibaren yoğun bir şekilde eleştiri alan “Tarımda Milli Birlik Projesi” detaylı incelendiğinde, özellikle aile çiftçiliğine ve küçük ölçekli çiftçiliğe hiçbir şekilde yer verilmediği görülmektedir. 

Tarımın projedeki hali ile holdinglerin insafına bırakılacağı ifade edilebilir. 

Oysa üyesi olduğumuz Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) tarafından 2014 yılı uluslararası aile çiftçiliği yılı ilan edilmiş ve aile çiftçiliği ile beraber küçük ölçekli çiftçiliğin küresel gıda güvenliğiyle ayrılmaz şekilde bağlantılı olduğu belirtilmiştir. Aynı şekilde aile çiftçiliğinin sosyo-ekonomik, çevresel ve kültürel bakımdan stratejik öneme sahip olduğu da vurgulanmıştır. Dolayısıyla, aile çiftçiliğinin geliştirilmesi ve böylece gıda güvenliğinin sürdürülebilirliği için aile çiftçiliğinin desteklenmesinin şart olduğu sonucuna varılmıştır.

Uluslararası hal böyle iken, maalesef ülkemizde son yıllarda uygulanan tarım politikalarımızla aile çiftçiliği ile beraber küçük ölçekli çiftçilik çıkmaza sokulmuş ve buna bağlı üretim daralmasından dolayı gıda enflasyonunda başa oynayan ülkeler arasına girmiş bulunmaktayız. 

Herkes tarafından bilindiği üzere gıdada bağımsızlık yakın geleceğin en önemli stratejik konu başlığı haline gelecek ve gıdada bağımsızlığa sahip,  kendi kendine yetebilen ülkeler gerçekten çok önemli stratejik üstünlük sağlayacaktır. 

Özellikle kendi ülkemiz özelinde baktığımızda, tarihimiz kahramanlıklarla doludur ve Türk Ordusu’nun savaş kabiliyeti de herkes tarafından çok iyi bilinmektedir. Ancak, gıda da yaşayacağımız bir sıkıntıda aç karınla savaşamayacağımızı asla ve asla unutmamalı ve her koşulda ucuz-pahalı demeden halkımızın karnını tok tutacak üretim planlamasını yapmalıyız. 

Yakın dönemde Katar’ın yaşadıkları bu konuda bizim için önemli bir ders olmalı ve ülkemizi besleyebilecek potansiyelde bir dost ülkenin olmadığı da nettir. Ayrıca Katar’ın sahip olduğu kişi başı döviz rezervine sahip olmadığımızı da burada hatırlamakta fayda olacaktır.

Hazırlanan projede, kurulacak Semerat Holding’in %50 hissesinin özel sektöre ait olacağı belirtilmektedir. Bu özel sektör içerisinde yabancı firmaların da yer alacağı ifade edilmektedir. Bu haliyle Türk Tarımı tümüyle holdinglerin insafına terk edilmektedir. 

Holdinglerin birincil amacı kar etmektir. Devlet eli ile kurulacak oluşumla tekelleşme yaratılacak ve birincil amaçları kar etmek olan özel sektör tekelleşme sonucunda piyasada manipülasyonlar yapma yetisini de kazanacaktır. Oysa aile çiftçiliğini ve küçük ölçekli çiftçiliği öne alan bir sistemde piyasa manipülasyonlarının yapılması tekelleşme sürecinde olduğu kadar kolay olmayacaktır. 

Semerat Holding öncelikleri arasına gerçekten ülke gereksinimlerini almayacak, kendisine en çok para kazandıracak alanları öncelikleri arasına alacaktır.

Ülkemizde dünyada eşi benzeri olmayan Tarımda Milli Birlik Projesinin uygulanması ülkemizin değerli topraklarının ülke çıkarları doğrultusunda kullanılmasının da önünü kesecektir. Dışarıya sızan sunum kapsamında özel sektör ortakları arasında Ülker ilk sırada yer almaktadır. 

Bilindiği üzere Ülker sermayesinin önemli bir kısmını İngiltere’ye taşımıştır. Ancak, 15 Temmuz darbe girişiminde sırf uçakların görüşünü engellemek amacıyla hasat etmediği tarlasını ateşe veren aile çiftçisi devletin zararını karşılamak üzere verdiği ödemeyi dahi kabul etmemiştir. Bu örnek bile tek başına Milli Birliğin nerede ve nasıl sağlanacağının anahtarıdır. 

Ayrıca, Semerat Holding içerisinde yer alacak özel sektör firmalarının yabancı sermaye tarafından ele geçirilmeyeceğini kim garanti edebilir? 

Dolayısıyla, adında Milli Birlik geçen bir yapılanmada Semerat Holding yapısı fonksiyonel olarak ters etki oluşturma potansiyeline sahiptir. Bu hususun özellikle gözden kaçırılmaması gerekmektedir. 

Özetlemek gerekirse, Tarım gibi stratejik önemi son derece yüksek olan bir konunun tartışılmadan, görüş alınmadan küçük bir zümrenin holding ya da marketçilik mantığıyla yapmayı düşündüğü değişiklikler ülkemiz açısından çok ciddi sıkıntıların yaşanmasına neden olacak potansiyel bir bomba olarak değerlendirilmelidir. Asıl çözüm holdingleşmeden değil, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütünün özellikle üzerinde durduğu aile çiftçiliğinin geliştirilmesi ve gerçek çiftçilerin kuracağı üretici kooperatiflerinden geçmektedir. 

Kooperatifler içinde yeni yasal düzenlemeler ile şeffaflık ön plana çıkarılmalı ve ciddi denetleme mekanizmaları kurularak, yanlış yapanların yaptıkları yanlışları yanlarına kar bırakmayacak bir sistem oluşturmalıyız. Devletimiz ticarette değil, denetlemede rol alırsa daha başarılı oluruz.