Yerel seçimlerden bu yana kabinede değişiklik konuşuluyor ve bilinir ki Sayın Cumhurbaşkanı kabinede değişiklik konuşuluyorsa, değişiklik yapmaz.

Ta ki konu gündemden düşene kadar.  

Ama devlet işlerinin askıda kalmasını da istemez. Bu çerçevece Tarım ve Orman Bakanı’na “sen işine bak, çalış…” dediği biliniyor.

Yani Bakan için birbirinin devamı şeklinde olsa da 2. dönem başlamış bulunuyor. 

İlk döneme bakıyoruz iyi niyet ve gayret konusunda herhangi bir sıkıntı yok. 

Belki biraz acemilikler, biraz alanı ve bakanlığı / bürokrasiyi tanımamak sözkonusu olabilir.

Ve bunun neticesinde doğal olarak düşünülen ve planlananların hayata geçirilmesi pek mümkün olmuyor ya da gecikiyor. 

Yine de;  elektrikli traktör (bazıları hafife almakla büyük haksızlık yapıyor), değişik kesimlerin ve kişilerin görüş ve tecrübelerine müracaat edilmesi, (genişletilmiş ve kamuoyuna açık bir şekilde gerçekleştirilmese de) tarım şurasının yapılması, tarımsal planlamanın yeniden  gündeme alınması, destekler konusunda bütçe imkanı çerçevesinde bazı adımların atılması bu kısa süre için olumlu adımlar olarak değerlendirilebilir. 

Bu sürede maalesef Bakanlık, güncel akut meselelerde özellikle de hayvancılıkla ilgili hızlı çözümler üretmek konusunda pek başarılı olamadı.

Ve bazı tarımsal ürünlerde de benzer sıkıntılı durumlar yaşandı.

Bunların bir kısmı öngörülebilir olmakla beraber, doğrusu bir kısmı için pek fazla bir şey yapmak mümkün değildi. Bakan ikili iletişim ve dar toplantı ortamlarında iletişimde başarılı olmakla beraber kamuoyuna açık medya iletişiminde toplumla ve alanının diğer bileşenleri ile pek başarılı bir iletişim sağlayamadı.

Yani kısmen olsa da kendini anlatamamak, anlaşılamamak gibi bir durum var. 

Gelelim yeni döneme; 

İki alanda köklü değişiklikler (kadro meselesi kadar anlayış noktasında da) beraber yapılmadığı takdirde memleketin tarım ve hayvancılık konusunda problemlerine çözüm üretmek pek mümkün olmayacaktır/olmamaktadır. 

Bunlardan birincisi Bakanlık kadro, teşkilatları ve çiftçi kuruluşlarının kadro, teşkilatlarını da kapsayan yönetsel sorunlar.

Diğeri ise saha ile ilgili yapısal sorunlardır. 

Geçen süre zarfında yönetsel sorunları Bakan’ın tecrübe ettiğini düşünerek bu yazımızda daha çok yapısal sorunlara değinmek istiyoruz.

Tarım ve Hayvancılığın selameti için toprak ve toprağı işleyenden konuya başlamak gerekiyor.

Artık tarımla ilgili olmayanların bile ezberlediği şekilde; ülkemizde tarım arazilerini hızla kaybediyoruz, diğer yandan da inanılmaz büyüklükte arazi ve işletmeler atıl kullanılmaz halde beklerken, kullanılan tarım arazilerimiz ile işletme büyüklüklerimiz büyük ölçüde ekonomik/karlı olabilirlik sınırları içerisinde değil.

Topraksız tarım (genel manada) olamayacağına göre tarım arazilerinin korunması, atıl arazi bırakılmaması, kullanılan arazilerin tarım yapılıp kar edilebilir makul büyüklüklere kavuşturulması 3-5 senede bir köyde arazi toplulaştırmasıyla bu iş olmaz- en önemli meseledir. 

Burada özellikle inşaat/rant yağmacılığının sadece tarım arazilerini işgal/tahrip etmediğini aynı zamanda tarımsal üretime dayalı alanlarda sosyo-ekonomik dokuda tahribat meydana getirdiğini de belirtmeliyim.

Tarım arazilerinin daha fazla bölünmemesi ve korunması konusunda hukuki düzenlemeler olmakla beraber yeterince işe yaramadığını geldiğimiz nokta itibariyle görmekteyiz. Atıl arazilerin kullanımının sağlanması hususunda ise maalesef herhangi bir ciddi çalışma yok. 

Bu ciddi sorun; (pek hoşa gitmese de söylemek zorundayım) ancak kullanılmayan tarım arazilerinin kamulaştırılıp, toplulaştırılması ve sonrasında bu topraklarda tarımsal üretim yapılması ile çözülebilir.

Eğer bunu yapamıyorsak (ki yapmak çok zor) bu meseleyi nasıl çözeriz, sorusunun cevabı olarak şunu önerebiliriz;

Dünyada denenmiş ve hala denenmekte olan iki yöntem var.

Şirketleşme ve kooperatifleşme.

Şirketleşme modeli başarılı olmuş bir uygulama, kooperatifleşme ise maalesef genellikle başarısız olmuş bir uygulama.

Şirketleşme vahşi kapitalizmin doğası gereği kırsalda yaşayanları ilk etapta köleleştirilmeyi ve daha sonra bunların başka şehir ve iş alanlarına göç ettirilmelerini dayatmaktadır. 

Kooperatifler ise maalesef iyi ve istikrarlı bir şekilde yönetilemediğinden / yürütülemediğinden önce işlevsiz daha sonra batık bir hale gelmektedirler. 

Bu durumda  ülkemizinsosyo-ekonomik yapı ile birlikte geleneksel anlayış gözetilerek yeni ve yaygın karma (kooperatif/şirket bileşimi) bir yapılanmanın gerçekleştirilmesi zorunludur. 

O da çok ortaklı, devletin denetim mekanizmasında birkaç boyutuyla yer alacağı, dar ölçekli (birkaç köy), profesyonelce ve şeffaf yönetilen, özel kanunu olan tarımsal üretim şirketlerinin kurulması ile mümkün olabilir.

Buna vatandaşın katılımı ne kanunla dayatılmalı, ne de tamamen keyfine bırakılmalıdır.

Üretici bu yapılanmaya doğru teşvik edilmelidir. Bu da devletin bu yapılanmaya ciddi avantaj sağlayacak hukuki, idari ve maddi destekler vermesi ile sağlanabilir. 

Bu tarımsal üretim şirketlerinin mevzuatı, bir grup ve zümrenin idareyi ele geçirmesine mani olurken, aynı zamanda  devletin birkaç biriminin  sıkı denetimine açık şekilde olmalıdır. İdari bir merkezi, alanında eğitimli uzman personelleri ve makine parkı olan işletme merkezleri oluşturulmalı ve bütün organizasyon buradan yapılmalıdır. (sağlayacağı katkıları konuyu uzatmamak için detaylandırmıyorum/ayrı bir başlık olarak yazacağım inş.) 

Kanaatimce toprak ve toprak işleme ile ilgili en hızlı en verimli sonuç alınacak bu yöntem için zaman kaybetmeden değişik bölgelerde özellikle tek tip ya da 2-3 çeşit üretim yapılan tarımsal havzalarda pilot uygulamalara geçilebilir. 

Gelelim toprak işleyip, hayvan yetiştirenlere;

Ülkemizde hızla çözülen kırsal nüfus, tarımsal üretimi en çok tehdit eden en önemli başlıktır. Bu çözülmeyi geri çevirmek mümkün değil ve köylerde bunu durduramadık (durdurmak gibi bir derdimiz ve çabamız da olmadı) 

Hiç olmazsa tarımsal  üretim yapan nüfusun yoğunlaştığı ilçelerde bunu durdurmamız gerekmektedir. 

Bu çözülmenin önüne geçmek için öncelikle  her türlü üretim/ürün kumar gibi bir belirsizlik içinde bırakmamalı ve kazançlı hale getirilmelidir.

İkincisi üreticinin yaşam koşullarında ulaşım, iletişim, eğitim başta olmak üzere ciddi iyileştirilmeler yapılmalıdır.

Hatta kırsalda yaşayanların bu tip ihtiyaçları devlet tarafından kısmen de olsa desteklenmelidir. 

Ve son olarak eğitim ve propaganda ile üretimin önemi ve üreticinin kıymeti, prestiji yükseltilmelidir. 

Son olarak unutmadan, Tarım ve Orman Bakanı yeni dönemde bakanlığın belindeki iki önemli çakar almaz silahı TİGEM (damızlık hayvan ve tohumculuk) ile  Tarım Kredi Kooperatiflerini (çiftçi girdileri ve finansmanı) ve sahada  esamesi okunmayan üniversiteleri (bu ülkenin konuyla alakalı yaklaşık 100 civarında  fakültesi var, inanılır gibi değil) etkin bir şekilde kullanamadıkça yapısal sorunlarla baş edemeyecektir.

Bu da şimdiye kadar genelde yaşandığı gibi bol laf ve mevzuat üretilen, lüks mekanlarda körler ile sağırların birbirini ağırladığı toplantılar yapılan bir bakanlık görüntüsünün dışına çıkılmasına mani olacaktır.