Onları, en çok traktör ve kamyon kasalarında hayatlarının sona erdiğini trafik kazası haberlerinden  biliriz…

Onları sıcak yaz günlerinde serin arabalarımızda yol alırken yol kenarındaki renklerin birbirine karıştığı çadır kentlerden biliriz…

Onları, üç kuruşluk ekmek parası için birbirlerine karşı bazı acımasız kavgalarından biliriz… 

Onlar; Tarım işçileri veya daha fiyakalı isimle mevsimlik işçiler... 

Yurtlarını yuvalarını bırakıp Urfa’dan, Hatay’dan, Burdur’dan yola çıkıp başka başka illerde başka başka işler yapan yüzbinler…

Kendi ülkesinde gurbetçi, kendi ülkesinde garip hatta kendi ülkesinde parya…

Zor bir hikayenin konuşulmayan, görülmeyen, önemsenmeyen kahramanları…

Bütün zorlukların, bütün imkansızlıkların ortasında güneşten ve tozdan hem elleri hem yüzleri çatlamış Anadolu’nun kavruk tenli insanları ve hemen yanlarında bir ağacın mahsun filizi gibi duran mahcup çocukları…

Evlerinden çıktıktan sonra 8 ay durmadan günde 10-12 saat çalışan, çalışmaktan başka bir hayatı olmayan  hayatları tarlalar, yollar ve ağaçların arasına hapsolmuşlarımız…

İstatistikler, rakamlar dünyasından öteye gitmeyen yığın olarak görülenlerimiz…

Açlığın, susuzluğun,gündüzün sıcağının, gecenin soğuğunun ızdırabını aynı günde çekenlerimiz…

Her zorlukta çocuklarının gözlerine mahcup bakanlarımız, derin derini çekip  uzaklara dalıp gidenlerimiz…

Bir ağaç gölgesinde ya da römork altında kısa bir uykuyu hayatının en eğlenceli en  mutlu anı edinmişlerimiz…

Serin iki yudum suyu çatlamış dudaklarından süzülürken cennet çeşmesi serinliğinde yaşayanlarımız…

Tarla başında, derelerde, çuval yığınlarının kuytusunda Anadolu mahcubiyetinde saklı saklı kara sevdalananlarımız…

Şehrin sokaklarında bir yabancı, köyün kıyısında bir rahatsızlık kaynağı görülüp büzüldükçe büzülenlerimiz… 

Elindeki çatlaklardan, yüzündeki yanıklardan, kıyafetindeki tozdan topraktan, bakışlarındaki yorgunluktan, garibanlığından  tanınanlarımız…

Sineklerle, arılardan böceklerle, yılanla çıyanla dost olanlarımız, her şeyini paylaşanlarımız…

Mevsimlik işçiliği gibi mevsimlik kıymeti olanlarımız, satır aralarında kelime öbeklerinde kısaca geçen, ama gündem olamayanlarımız… 

Gariplikten, gurbetlikten her yerin yabancısı ama her yerde nefeslenmenin ter dökmenin getirdiği gezgin ruhuyla bir daralıp bir genişleyenlerimiz…

Gözden uzak kalıp, gönülden ırak olanlarımız.

Çalışırken varlıkları önemsenmeyen, ama yoklukları çokça hissedilenlerimiz…

Bütün hakkı hukuku toprak sahibinin veya işçi çavuşunun iki dudağı arasına sıkışmış olanlarımız…

Bazen uzaklarda bir yakınını bırakıp hüzünle boynu bükük ve eksik kalmış olarak  memleketine dönenlerimiz…

Oysa ki onlar hiç aklımıza gelmeseler de soframıza gelen her lokmada emekleri, çileleri ve hakkı olanlar…

Her lokmasında emeğiniz olan  ama kıymetinizi, hatta varlığınızı bilmeyen bütün ülke adına mahcup bir şekilde;

Sizin de işçi ve emekçi bayramınız kutlu olsun”  diyorum…