Başlarken şunu belirtelim; adı, görev alanı, teşkilatı v.s değişse de bu bakanlık bizim için “Tarım Bakanlığı” çerçevesinde ve tanımında karşılık bulur onun için öyle uzun uzun yazmayacağız 'Tarım Bakanlığı' yazıp geçeceğiz. Bizimki birazda ajansın bir türlü haber olamaması gibi bir şey.

Bugün hızlı bir şekilde okuyucularımızın fazla vaktini almadan kestirmeden gideceğiz. Konuyu dağıtmadan Tarım Bakanının bir beyanı üzerine bu yazıyı planladığımız konular ve akış dışında yazmak ihtiyacı hasıl oldu.

Tarım Bakanı geçen süre içerisinde gördüğümüz kadarıyla gayretli, iyi niyetli ve çalışkan ve de şu ana dürüstlüğüne halel getirecek bir şey dikkat çekmedi. Biraz alana yabancı ve sahip olduğu statü konusunda doğal bir acemiliği vardı. Ama kısa sürede alana vakıf olma becerisini gösterdiğini ve “emir verdim, talimat verdim” ifadelerinden statüsüne ısındığını görüyoruz.

Buradan devam edelim, “emir ve talimat vermek” sadece bakanlık çalışanlarını kapsayacak bir tarz olabilir ve olur. Mesela piyasa emir dinlemez, her ne kadar kendi örgütleri emirlerin dışına çıkmasa da mesela çiftçi emir dinlemez. Çiftçi bir toprağa bir gökyüzüne bir de pazara bakar ve dua ederek hareket eder.

Peki, tüketici emir dinler mi?

O da dinlemez, bir cebine bakar bir de raftaki ürüne bakar.

Çiftçi, tüketici ve piyasa emir dinlemeyeceğine göre emirle Tarım ve Hayvancılık politikaları başarıya ulaşır mı?

Elbette hayır.

Tam burada başımızı kaldırıp baktığımızda Tarım Bakanının “Hindi, Balık ve Tavuk” beyanatı gözümüze çarpıyor. İlk anda biraz buyurgan, biraz ayaküstü söylenip geçilmiş, biraz ciddiyetsiz geliyor. İnsanlarda ve sayfalarda gösterilen tepkilere bakıyoruz vah ki vah…

Aynen öyle algılanmış.

İnsanların büyük kısmı tenkit ediyor, bir kısmı ise alay ediyor.

Neden ah-u vah ediyoruz?

Çünkü Tarım Bakanının değindiği husus eksik olmakla beraber hayvancılık politikaları açısından çok önemli bir konu ama şekli eksiklik/yanlışlık bu çok önemli vurguyu/adımı boşa çıkardı/çıkarıyor.

Tarım Bakanı şimdiye kadar yapılmayan bir şeyi yapmaya yönelik çok önemli bir adım attı. Üretim sahasında meselelerin çözülemediği hayvancılık konusunda pazar üzerinden çözüm arama adımı yani “tüketici alışkanlıklarının değişmesi” konusunda belki de ilk kez üst düzeyde bir söylem geliştirdi.

Bu adım önemli olmakla beraber, ciddi bir hazırlık yapılmadan, yaygın ve etkili bir mecra oluşturulmadan ayaküstü atıldığı için boşa gitti hatta tepkilere neden oldu.

Ama Tarım Bakanı doğru yerde.

Ve yılmadan daha yaygın, daha uzun zamana sair daha profesyonel (asla birilerinin cebine milyonlar dolduracak projeler değil) bir çalışma ile buradan ısrarla devam etmelidir.

Nedenine gelince…

90'lı yıllara kadar tükettiği etin % 80'i küçükbaş eti olan toplumda bu alışkanlığın değişmesi ile 90'lı yıllardan itibaren büyükbaş hayvan ithalatı başladı ve hala devam ediyor/edecek.

Bu gidişata dur demenin yolu bize 30 yıllık denemelerde gösterdi ki ne ithalattan, ne de başka bir yerden geçmiyor. Bunun önüne geçmenin tek yolu toplumun beslenme alışkanlığını değiştirmekten, doğru ifade ile çok daha kolay olanı yapıp alışkanlıkları 30 yıl öncesine döndürmek gerekiyor.

Hayvancılıkla azıcık ilgisi olan herkes temel birkaç konuyu bilir ve söyler.

Bunlar; “ülkemiz büyükbaş hayvancılığa uygun değil, küçükbaş hayvancılık için meralar korunmalı/ıslah edilmeli ve kullanıma açılmalı

Bu gerçekler üzerinden yola çıkmak için küçükbaş hayvancılığı teşvik etmek, hayvan varlığını artırmak, maliyetleri (mera kullanımını sağlayarak) düşürmek ve hayvan kalitesini (nitelikli cins ve damızlık) artırmak gerekiyor.

Tüketici alışkanlıklarının değiştirilmesi ise tamamen paralel bir sosyal proje olarak zamana yayılarak kesintisiz devam ettirilmelidir.

Konuyu hayvancılık teknik detaylarına girerek dağıtmadan toplumsal alışkanlıkların geriye döndürülmesi/değiştirilmesi hususuna değinmek istiyorum.

Birincisi; devletin soğuk, buyurgan diliyle ve kadrolarıyla bu iş başarıya ulaşmaz ama dostlar sizi bolbol alışverişte görür. Devletin eli/desteği bu sosyal projede görünmeden ya da naif bir şekilde ucundan tutarak şekilde olmalı ama tamamen devlet projesi şeklinde arz-ı endam eylememelidir.

İkincisi; iletişim ve (pek hoşumuza gitmese de) popüler kültür çağındayız. Kitle iletişim araçları yaygın bir şekilde (reklam meselesine indirgemeden) kullanılmalı ve popüler isimler (sanat dünyası, siyaset, sağlık bilimciler v.s) içinde reklam uygulaması olan çalışmalar gibi destek vermeliler.

Üçüncüsü; teşvik edilecek küçükbaş hayvan eti ile ilgili farklı sunumlar, popüler yarışmalar, ödüllendirmeler yapılmalı hatta bu hayvanlara ilgiyi artıracak bir takım önyargıları (meşhur kokma meselesi gibi) kaldıracak eğitim uygulamalarına yer verilmelidir.

Dördüncüsü ve belki de en önemlisi küçükbaş hayvan etinin anlamlı bir farkla rafta daha ucuz fiyata tüketicinin önüne çıkması sağlanmalıdır.

Son olarak, bu çalışma tam entegre bir proje şeklinde damızlık üretiminden tüketiciye sunumuna kadar süreçleriyle işletilmeli ve senkronize edilmelidir. Bunu yaparken hayvan ithalatında ve yem hammaddeleri ithalatında dışarıya ödenen milyar dolarlar düşünülerek bunun önüne geçilmesi için milyon dolarların harcanmasından kaçınılmamalıdır.

Ve tabi ki ithalat lobilerine direne direne…

Şekil olarak yanlış bir başlangıç olsa da çok önemli gördüğümüz bu adımların devamını merakla bekliyor ve destekliyoruz.