Tarım, hayvancılık ve gıda üzerine dağlar gibi yığılmış sorunları/sonuçları sürekli işliyoruz.

Hep sonuç konuşuyoruz/yazıyoruz.

Ne ön alabiliyoruz, ne de olacaklara yön verebiliyoruz.

Hep olayların arkasından sızlanarak/ağlaşarak çaresiz bir şekilde oradan oraya koşturuyoruz.

Ve çoğu zaman bu sızlanmalarımız, ağlaşmalarımız hatta öfkelerimiz hiçbir işe yaramıyor, sonucu değiştirmiyor.

Bizler…

Yani köylüler, çiftçiler, yetiştiriciler, bu alanda ticaret yapanlar, bu alanla ilgili sanayicilik yapanlar, bu alanda işçilik yapanlar, bu alana ilgi duyanlar…

Yaklaşık 10-12 milyon insan.

Oldukça büyük ve güç sahibi bu kitle kendi alanında ne sorunları çözebiliyor/çözdürebiliyor ne de olası sorunların önüne geçebiliyor.

Görüntümüz sürekli sızlanan, kıyıda köşede bir an görünüp kaybolan hayaletler gibi.

Var mıyız?

Yok muyuz?

Pek belli değil.

Ve biz etkileşimde bulunduğumuz yakın çevremizle birlikte 20 milyon insan/vatandaş bazen daracık sosyo/ekonomik toplulukların bile oluşturduğu etkiyi oluşturamıyoruz.

Neden?

Her şeyden önce bu devasa sosyo/ekonomik sınıfın bir ferdi olarak kendimize ait bir bilinç oluştur(a)madık! Sınır taşını 3-5 cm öteye atma uyanıklığımızdan kaynaklanan günübirlik, kısa vadeli, basit, kişisel önceliklerimiz bütüne, geleceğe yönelik kapsamlı/köklü taleplerimizin/tavırlarımızın oluşmasına mani oldu.

Ve artık bu şekilde meselelere bakma/vaziyet etme alışkanlığımız bizi bu hale düşürdü hatta bugünler daha iyi günlerimiz bu biline…

Tabi, böyle olunca -ilk düğme yanlış iliklenince- ardı sıra birçok yanlışta beraberinde bizim hayatımızı/emeğimizi perişan ediyor.

Doğru adamları, doğru yerlere getiremedik!

Hatta böyle bir arayışımız bile olmadı!

Parlamentoda meselelerimizi mesele edinen kaç tane içimizden temsilci var?

Bir seferde olsa listeler oluşturulurken talepte bulunduk mu?

Israr ettik mi?

Yok…

Bürokraside gerçekten memlekete bizim alanımızda hizmet aşkı ile dolu adamlara sahip çıktık mı? “Bu adam olacak arkadaş, bu adam daha etkili pozisyonda olmalı" dedik mi?

Bunun kavgasını verdik mi?

Yok…

Ne yaptık?

Siyasetçi, bürokrat, başkan v.s bizi pışpışlayan 1-2 basit işimizi halleden adamları alladık, pulladık onların peşine düştük. Hadi siyaseti, bürokrasiyi geçtik, bir kendi kuruluşlarımıza bakalım koca koca kooperatifler, koca koca birlikler, koca koca odalar…

Her biri birer arpalığa dönmüş.

Ne gelmelerine etkimiz var ne de göndermeye gücümüz var!

Bizim adımıza her yerde sağa sola boş laf sallayan, lüks mekanlarda bizi kurtaracak (!) formüller üreten, kibrinden yanına yaklaşılmayan, bize eyvallahı olmayan adamlar tarafından hepsi işgal edilmiş. Maşallah, bir koltuğa yapıştılar mı jiletle kazısan çıkmıyorlar 10 sene 20 sene aynı yerdeler.

Onların bizim sırtımızdan prestij ve imkanları genişliyor, biz ise sürekli geriliyor ve imkanlarımızı kaybediyoruz. Bizim kuruş kuruş kazandıklarımızdan onlara ayırdıklarımızı onlar milyon milyon harcıyor. Buralarda yolsuzluktan, usulsüzlükten geçilmiyor.

Yönetim süreçlerine katılabiliyor muyuz?

Yok…

Hesap sorabiliyor muyuz?

Yok…

Sınır taşını 3-5 cm öte atma alışkanlığımız, 'ben suyu dere gibi akıtayım aşağıdaki susuzluktan gebersin' düşüncesizliğimiz devam ettiği için bizimle aynı işi yapan aynı dertleri taşıyan insanlarla ortak bir çalışma, tavır, işbirliği yapmaktan da çok uzağız.

Bunu bırakalım kıskançlık ve hasetle birbirimizi rakip görüp, hasım bilecek kadar birbirimizden uzağız. Piyasa ve çağ bizi işbirliği yapmaya zorluyor ve biz bunu anlamaktan çok uzakta tek tek içimizden birilerinin yok oluşunu/perişanlığını izleyerek sıranın kendimize gelmesini bekliyoruz.

Devlet şuradan hibe, buradan destek versin derdimizden öte devletten beklentimiz olmadan, oda/ kooperatif-birlik başkanı/ resmi daire çalışanı bir çay söylesin, sırtımızı sıvazlasından öte bir memnuniyet beklentimiz olmadan devam ediyoruz.

Sesimizi duyurmak ve duymakla güya görevli olan siyasi/bürokrat/başkan v.s zevatı sesimizi duyurmak, toplumsal duyarlılığı/desteği sağlamak kamuoyu oluşturmak konusunda çalıştırmak için organize ve etkili değiliz.

Elimizde kala kala konulara duyarlı 3-5 gazeteci, 3-5 akademisyen, 3-5 web sitesi 8-10 sosyal medya sayfası kalmış.

Ama bunların da kıymetini bilmiyoruz. Bırakın destek olmayı, bırakın takdir etmeyi bizim sesimiz olan bu kişi ve sayfalara sosyal medyada bile 1 saniye ayırıp hazırladıkları içerikleri paylaşarak, beğenerek alan açmıyoruz.

Kendi meselesine 1 saniye ayırmayan bir topluluk nasıl kamuoyu oluşturup politikalara tesir edecek?

Bu mevcut sesimiz olanlar da siyasetçiler/bürokratlar/ başkanlar gibi pekala bilirler basit 1-2 şirinlikle kamu imkanlarından faydalanmayı, ya da onlarda sınır taşını biraz ileri atmayı, suyun yolağını kendilerine çevirmeyi…

Önce kendimiz bir bilinç oluşturacağız, sonra bu bilinçle kamuoyu oluşturacağız ki meselelerimize (hem de hepimiz için) çözüm üretilsin ve ülkemiz daha iyi bir yere gelsin. Yoksa görüyoruz hiç kimse kendi gemisini kurtarıp kaptan olamıyor. Böyle olunca da Karadeniz'de balıkçı gemileri batmış gibi kara kara düşünüyoruz.

Önce ortak bir bilinç ve aramızda işbirliği oluşturacağız/oluşturmalıyız. Sonra elbirliği ile işini hakkıyla yapmayanları öncelikle bizi temsil ettiği iddiasında olan oda ve kooperatiflerden başlayarak sonra siyasetçileri ve daha sonra bürokratları değiştireceğiz. Ardından ülkemizin sahamızda kötüye gidişatını durduracağız.

Önümüzde yerel seçimler var.

Haydi, 957 ilçeden 15-20 tanesinin başkanını toprak, para ve siyaset ağası olmayan düzgün şahsiyet ve duruşu olan içimizden birilerinden seçelim. 31 büyükşehirden 1-2 tanesini, BB meclis üyelerinden yarısını da hakeza aynı şekilde kendi içimizden seçelim, seçtirelim.

Yapamazsak bile hiç olmazsa gündemimizde olsun.

Var olduğumuzu birilerinin himmeti ile değil, kendi bilincimiz ve tavrımızla ülkeye gösterelim. Siyasetçi, bürokrat, başkan kapılarında sızlanmaktan kurtulmak ve gerçekten bir şeyleri değiştirmek istiyorsak, önce kendimizi değiştirerek bilinç kuşanmalıyız ve omuz omuza hep birlikte mücadele etmeliyiz. Yoksa hiç kendimizi yormayalım, herkes kendi başının çaresine baksın.

Bakabilirse…