Önsel Ünal / Gazeteci-Yazar / [email protected]

Maliye Bakanı Sayın Naci Ağbal'ın geçtiğimiz günlerde Çorum Şeker Fabrikası'nın kampanya açılış töreninde yaptığı konuşma son yıllarda şeker sektörü için tabiri caizse bomba bir açıklama olurken, elbette bazı çevrelere de rahatsızlık verdi. Bakan Ağbal'ın, "Şeker sektörünün özelleştirilmesi, birçok şirketin özelleştirilmesinden çok farklı. Benim kanaatim bu. Yani TÜPRAŞ'ı özelleştirebilirsiniz, orada bir şirket var. Mega bir üretim fabrika ortamı var. Onun altında tarım üreticisi yok. Türk Telekom'u özelleştirebilirsiniz ama iş şeker fabrikalarının özelleştirilmesine geldi mi bu konuyu 40 kere düşünmemiz lazım" sözleri şeker camiasında son yıllarda duyulması gereken ve yüreklere su serpen önemli bir açıklama oldu.

Ayrıca Bakan Ağbal'ın şeker pancarı üretiminin önemli bir tarımsal girdi, tarım sektörü içerisinde şekerin de stratejik bir ürün olduğunu söylemesi tereyağın üzerine bal sürmek gibi oldu.

Sayın Bakan'ın söylediği gibi geçmişte Süt Endüstrisi Kurumu, Et Balık Kurumu ve TEKEL (İçki-sigara) özelleştirmeleriyle kamunun devreden çıkması, sözü edilen alanlarda hızla özel sektör tekellerinin oluşmasına neden oldu. Bu yapılar, üretici sömürüsünün kolaylaşması için devraldıkları tesislerin önemli bölümünü kapattılar.

Şeker fabrikaları da bugün aynı özelleştirme stratejisiyle karşı karşıya kaldı. Allah vere ki son anda dönemin Başbakanı, Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan durumun ciddiyetine vararak bu fabrikaların satışını iptal etti. İptal edilmese ne olurdu?

Fabrikaların bacalarının tüttüğü yerde bugün gökdelenler boy gösterir, şeker ithal eden ülke konumuna düşer, şeker kotaları birilerinin eline geçer ve ülkemiz Nişasta Bazlı Şeker cennetine dönerdi. Elbette şeker fabrikalarının mevcut yapısıyla gitmeyeceği malum. Özelleştirme ise kaçınılmaz. Ancak, burada önemli olan özelleştirme şeklidir.

Polonya örneği bunun en bariz örneği.

Bundan 5 yıl önce şeker sektörünü incelemek üzere gittiğim ve şeker sektöründe sözsahibi bir ülke olan Polonya, geçmişte şeker fabrikalarını sat kurtul mantığıyla özelleştirmeye çalışmış, daha sonra dönemin hükümeti yaptığı hatanın farkına vararak bu fabrikalardan kurtarabildiklerini kurtarmışlardır. Bugün üreticinin, işçinin ve devletin içinde olduğu bir modelle fabrikaları çalıştırmaktadırlar.

Mesela; Türkiye'de çay sektörünü ele alalım. Doğu Karadeniz Bölgesi'nin altın yumurtlayan tavuğu olan ÇAYKUR gibi devasa bir işletmenin Türkiye'nin önemli ekonomik katma değerinin yanında yan sektörleriyle sağladığı istihdamın boyutu kayda değerdir. ÇAYKUR'la ve onu ayakta tutan işçisi bir gurur abideleridir.

Çay üretiminin nasıl yok olacağına en iyi ve yakın örnek ise arazi yapısı ve toprağın verimliliği dolayısı ile bizden çok daha iyi olan Gürcistan'dır ki bu ülkede çoğu çay bahçeleri ve çay fabrikaları çürümeye terkedilmiştir.

Gürcistan, 1990 öncesi SSCB'ye bağlı olduğu dönemlerde dünyanın önde gelen çay üreticisi bölgelerinden bir tanesiydi. 90'lı yıllarda SSCB'nın dağılması ile bağımsızlığını ilan eden Gürcistan'da yaşanan siyasi çalkantılar dolayısı ile çay üretimi neredeyse durma aşamasına geldi. Dünya çay sektöründeki yerini ise kaybetti. Çay sektörü Gürcistan'da tamamen kaderine terk edildi.

Türkiye'de ÇAYKUR'un varlığı tüm özel sektörleri ayakta tutuyor. Ve şu bilinmelidir ki; ÇAYKUR yoksa yerli çay yoktur. Hem şekerimizin hem de çayımızın değerini bilerek çizilen stratejilerin başarı şansı yüksektir.

Şeker sektörünü yakından takip eden biri olarak önemli bir konuya daha parmak basmak istiyorum. Yıllardır özelleştirme kamburuyla ayakta durmaya çalışan sektör, bilgi kirliliğiyle harmanlanarak kamuoyuna Mekanı Cennet olsun, Türk filmlerinin kötü adam karakteri olan Erol Taş gibi gösterildi. Özelleştirme İdaresi Başkanlığı ve Şeker Kurumu yetkililerinin sektöre yönelik tek taraflı geleneksel açıklamalarıyla kafalar karıştırıldı. Siyaset kurumu yanlış yönlendirildi. Ne sendika dinlendi, ne de üreticiler dinlendi.

Her göreve gelen Bakan, daha koltuğuna oturmadan kucağında sorunlar yumağını, belki de bir atom bombasını buldu. Çünkü kopyala yapıştır mantığıyla iş bilmez danışman ya da bürokratları tarafından önlerine konulan ve içinden çıkılamaz sayfalar dolusu dosyalar işi daha karmaşık hale getirdi. Türkiye'de bugün bürokrasinin hantallığı ya da gerektiği gibi işlememesi sorununun olduğu bir gerçek.

Bugün, Maliye Bakanı Sayın Naci Ağbal ve Tarım Bakanı Sayın Faruk Çelik danışman kadrosunu ve bürokrasiyi çok iyi çalıştırıyor.

Doğru bilgileri alıyor. Sektör temsilcilerini dinliyor. İnşallah diğer Bakanlıklarda da durum aynıdır.

Stratejik sektörlerde mutlaka bir eşgüdüm şarttır. Şeker sanayi de bir stratejik sektördür. Gıda tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'nın, Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı'nın, Kalkınma Bakanlığı'nın, Maliye Bakanlığı'nın ve Hazine Müsteşarlığı'nın kapsama alanındadır.

Hükümetin 2014-2018 yıllarını kapsayan 10. Kalkınma Programında da Şeker Piyasası yeniden yapılandırılarak, Şeker Kanunu Tasarısı Aralık ayı sonu itibarıyla yasalaştırılacaktır hedefi bulunmaktadır. Bu durumda, ilgili ve yetkili kurumlar şeker sektörüne ilişkin tüm gerçek verileri ortak bir akılla biraraya getirerek programını ona göre yapmalıdır. 'Ben kendi programımı uygularım, diğerleri beni bağlamaz' deme lüksleri olmamalıdır. Aksi halde işini vicdan çerçevesinde yapanlara haksızlık edilmiş olur.

Zararı ise tüm ülke çeker.

Gelelim yeniden Nişasta Bazlı Şekerlere…

NBŞ'ler yapılacak yeni düzenlemelerle artık şekerli ürünler kapsamından çıkartılarak kotasının endüstriyel bir ürün olarak ayrı bir kota kapsamında değerlendirilebilir. Mısır Nişastası ve modifiye diğer ürünler gıda sektörü dışında plastik sektörü, kağıt sektörü, tutkal sektörü, tekstli sektöründe zaten kullanılıyor. Gıda sektörünün tüm üretim alanlarında doğal pancar şekeri kullanımı zorunluluğu getirilmelidir.

Ne de olsa esas olan sağlıktır.


TARIMDAN HABER