İzmir depreminde yaşamını yitirenlere Allah’tan rahmet yaralılara şifalar dilerim. Yakınlarına ve acılı ailelerine sabırlar ve baş sağlığı diliyorum.

İzmir depremi tarım arazilerinin imara açılmasıyla ne denli felaketlerin yaşanabileceği hakkında kamuoyunu bir kez daha düşünmeye sevk eti.

Bostanlık diye bilinen imara kurban edilerek zamanla şehrin ortasında kalan bir bölgenin adı BAYRAKLI.

Büyüklüğü noktasında tartışmalar halen devam etse de 6,6 büyüklüğünde ki bir depremde onlarca canı yitirdik.

Konu sadece tarım arazilerinin imara açılmasıyla sınırlandırılamaz. Örneğin mevzuatlara ve yasalara göre yapılmayan ve denetlenmeyen binalar, kolon ve kirişlerin market, galeri, otopark alanı yaratmak için tahrip edilmesi bu acıların yaşanmasında ki temel etkenlerden bir kaçı.

Almanya’da 3.500, Fransa’da 2.000 koca Avrupa’da ise yaklaşık 50.000 bine yakın müteahhit var.

Ülkemizde ise müteahhit sayısı ise yaklaşık 500 bin.

Tüm bunlara ek olarak Almanya’da imar yasası 1945’ten bu yana sadece 2 defa, Fransa’da 3 defa değişmiş.

Ülkemizde imar yasası 11 yılda 164 kez değişirken 7 defa da imar affı uygulanmış.

Mesleki yeterlilik işte tam burada devreye giriyor. Sermaye gücü ile müteahhitlik mesleğine bürünmesi, nitelikli bir mesleki gurubumuz olmadığının kanıtı.

Yukarıda ki tablo bize dünya gerçekliğini gösterirken ülkemizde ki insan hayatının ne denli ucuz olduğunu gösteriyor.

Tüm bu deprem gerçekliği ve yaşanan acılar ile hafızlarımızda dururken halen kanal İstanbul gibi bir çılgın proje ile yaşananlardan ders çıkartmamaya körü körüne gayret ediyoruz.

Üstelik 403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’na göre ‘mutlak tarım arazisi’ olarak tanımlanan ve korunması gereken 5 milyon 264 bin 297 m2’lik tarım alan kanal İstanbul projesi etki alanında yer almakta.

Dolayısıyla İstanbul’a gıda sağlayan nitelikli 10 bin 485 hektar tarım alanı kaybedilecek.

Yine 2009 planında 2 bin 984 hektar orman alanı varken, 2020 plan değişikliğinde bu rakam 2 bin 134 hektara iniyor.

Yani 850 hektar orman alanı kaybediliyor.

2009 yılında 497 hektar görünen mera alanı ise 2020 planında sıfıra iniyor. Bölgede artık köylülerin hayvanlarını otlattığı mera niteliğinde alan da kalmayacak.

Bölgede yapılaşmaya açık alan 2 bin 526 hektarken projeyle yapılaşmaya açılan toplam alan 9 bin 446 hektara ulaşacak. Projeyle birlikte İstanbul’a ilave 1,2 milyon nüfus gelmesi de öngörülüyor.

Arap sermayesinin 3-4 sene önce haberdar olup proje alanlarından yer aldığını düşündüğümüzde bu çılgın projenin devam ettirilmesine en büyük muhalefeti ise doğa
yapacak.

Şehirlerimizin obez bir şehircilik anlayışı ile büyütülmesi sağlıksız bir ekolojinin yaratılacağı gibi yaşanması muhtemel deprem gibi doğal afetlerle milyonların hayatlarının riske atılmasının önü açılıyor.

Onun için deprem kuşağı ülkesi olan Türkiye’de geleceğimizi plansızlığa kurban etmeyelim.