23 Haziran seçim sonuçlarını Tarım Politikaları açısından değerlendirmek ve bu hususta büyük dersler çıkarmak gerekmektedir. İstanbul seçim sonuçlarını tarımla ilişkilendirmek gerekirse, temel hususları aşağıdaki gibi özetleyebiliriz;

İstanbul seçimleri için tarım can çekişirken, Ankara’yı bırakıp İstanbul’da seçim çalışması yapan Bakanımız Dr. Bekir Pakdemirli’nin çalışmalarının anlamsız ve gereksiz olduğu ortaya çıkmıştır.

Bu süreçte sezon dışında, bazı tarım ürünlerindeki fiyat artışlarının bahane edilerek depoların basılmasının ve ithalat yapılmasının, tanzim satışlar yapılmasının üretimi arttırma dışında seçenek olmayacağı da anlaşılmıştır.

Aradaki farkın çoğu insanın beklemediği oranda açılmasında özellikle uzun Ramazan Bayramı sürecinde İstanbul’dan Anadolu’ya akan yüzbinlerin tarımdaki kötü gidişatı yerinde görmesinin önemli rol oynadığını ifade etmenin yanlış olacağını kim söyleyebilir? 

Sayın Fakıbaba’nın döneminde başlatılan ucuz et politikası Sayın Pakdemirli tarafından da görev zararı maharetiyle sürdürülmüştür.

An itibarıyla son bir yılda yem fiyatlarındaki olağan dışı artışa rağmen, karkasın bir önceki yılın fiyatından satılıyor olmasını hangi ekonomik model açıklayabilir?

İnsanlar zararına üretmeye Bakanlık tarafından mecbur bırakılmamış mıdır?

Aynı şekilde süt fiyatı da reel anlamda girdileri dengelemekten uzaklaşmış, dünyanın kabul ettiği 1 kg süt ile 1,5 kg yem almak hayal haline gelmiştir.

Sonuç olarak, üretene kazandırmayan bir sistem yaklaşık son bir yıldır inatla sürdürülmektedir. Bunun sonucu olarak Anadolu’da hayvancılık yapan insanların ya hayvan sayıları azalmış ya da toptan hayvancılıktan çekilmiştir.

Aynı hususlar tarlada ürettiğinden kazanamayan milyonlarca üretici içinde geçerli değil midir?

Artan başta gübre, tohum ve mazot fiyatlarından dolayı, tarlasını ekip ekmeme konusunda karar veremeyen, ekse de gübre kullanmayan yetiştirici ciddi mağduriyet yaşamamış mıdır?

Oysa tarlaların ekiminden önce açıklanacak bir fiyat, hasat zamanında açıklanandan çok daha sağlıklı olmaz mıydı?

Kazanamayan çiftçi ne yaptı?

İşini bıraktı, hayvanını, arazisini, traktörünü, ekipmanını sattı.

Peki, bu insanlar bundan sonra ne iş yapacak?

Ayrıca, hiç kimsenin hiç kimseyi cebinden daha çok sevmeyeceği gerçeğini de burada hatırlamakta fayda yok mudur? 

Sizce de Anadolu’ya tatile gittiğinde ailelerinin ahırlarına girdiklerinde ahırda daha az sayıda hayvan gördüklerinde ya da hiç hayvan görmediklerinde, ekilmeyen tarlaları gördüklerinde veya duyduklarında, ailelerinin ödenemeyen borçlarını öğrendiklerinde, üretici fiyatları ile İstanbul’daki market fiyatlarını kıyasladıklarında; kısacası can çekişen Tarım ve Hayvancılığı yerinde gördüklerinde öfkelenmeyecekler midir?

Şimdi çiftçinin hiç mi suçu yok diyecekler de var; amaTarım Politikalarını çiftçiler belirlemiyor.

Girdi maliyetleri ve ürün fiyatları çiftçinin inisiyatifinde şekillenmiyor.

Mevcut yapısal sorunlara çözüm bulmak da üreticinin değil, seçim meydanlarında gezen Sayın Tarım ve Orman Bakanımızın görevi değil midir?

Üreticileri verimsizlikle suçlamakta bir o kadar yanlıştır.

Verimsiz çalışanlar yok mudur?

Elbette vardır.

Peki, eğitmek kimin görevidir?

Özetle, üretmek ve üretene değer vermek zorundayız.

Bu iki hususa önem veren kesinlikle kazanır.

Genel bir değerlendirme gerekirse, Tarım Politikaları sınıfta kalmıştır.

Tarım ve Orman Bakanlığında liyakat esaslı revizyon artık kaçınılmazdır.