Dünya­ bütün canlılara ev sahipliği yapmasına karşın, insan gelişmiş biyolojik özelliklerini kullanarak bütün kaynaklara sahiplenmektedir. Bu sahiplenmenin sonucu olarak insan, ya diğer canlıların yaşam ve yaşam alanlarını yok etmekte ya da onlar için büyük bir tehdit oluşturmaktadır.

İnsanın mülkiyet hırsı, sadece toprakları ve hayvanları eşya konumuna indirgemek ile yetinmemiş, aynı zamanda insanı da köleleştirecek kadar ileri gitmiştir. İnsanın köleleştirmesi anlayışının yıkılması (veya şekil değiştirmesi) önemli bir gelişme olmasına karşın, hayvanların konumunda her hangi bir değişiklik olmamıştır.

İnsan, faydacı bir yaklaşım çerçevesinde, dünya üzerinde değerli gördüğü her şeyi sahiplenmektedir. Üstelik bu süreç içerisinde, kendisinin belirlediği kuralları da adeta doğal yaşama dayatmaktadır.

Diğer bir ifade ile insan hakka uymamakta ısrarcı davranmaktadır. Bu da kaçınılmaz olarak havanın, suyun, iklimin, bitkilerin, hayvanların kısaca bütün ekolojik yapının bozulmasına neden olmaktadır. Bugün insanın kullandığı insan merkezli hukuk sistemi, gerçekte ekolojik dengeyi sarsan temel bir unsur haline gelmiştir.

Bu gelişmenin en önemli mağdurları da, kuşkusuz kısa vadede hayvanlardır, ancak uzun vadede insanlar olacaktır. Bu mağduriyeti gidermek; doğada yaşayan bütün canlıların haklarını bilmek, buna saygı göstermek ve ekolojik dengeye zarar verecek her türlü hareketi durdurmak ile mümkün olacaktır.

Bütün canlılara ve ekolojik dengeye (yaratılış dengesine) zarar veren bu hareketlerden kurtulmak için her canlının hakkını kabul etmek ve insan merkezli sistem yerine hakk merkezli sisteme geçmek gerekir.

O zaman günümüzde sık kullanılan fakat tam anlaşılmayan hakk nedir. Doğruluğu ve gerçekliği şartlara bağlı olmayan, her daim geçerli olan Hakk'tır. Şemsiyeyi kullanmak için yağmurun yağması veya güneş olması gereklidir. Rüzgârda şemsiye kullanılırsa şemsiye zarar görür veya toplum tuhaf karşılar. Gölde suya girmek için, bot, sandal, tekne, vapur gibi araçlara ya da yüzme bilmek gerekir.

Bunlar olmadan veya yüzme öğrenmeden suya girilirse sonuç ölümdür. Canlı haklarını bu çerçevede değerlendireceğiz. İnsan güçlüyüm veya benim sözüm geçer diye bu kuralları değiştirmeye, almaya veya vermeye yetkili değildir.

Hakk her canlının kendisinindir. Ona (canlıya) başkaları tarafından bir lütuf değildir. Bu haklar; Yaratılıştan, Kazanılan, Kanundan gelen haklar olarak üç başlık altında değerlendireceğiz.

Hayvanların yaratılıştan gelen hakları

Yaşama hakkı: Dünyaya gelen her canlının “doğumdan gelen" en temel haklarından biri olan yaşama hakkıdır. Canlının varlığının devam ettirmesini güvence altına alan tüm şartları içerir.

Bütün hayvanlar eşit doğar, var olma ve saygı görme hakkına sahiptir. İnsan gücünü kullanarak hayvanları yok edemez. Onları sömüremez. Bütün hayvanlar gözetilme, bakılma ve korunma hakları vardır. Hiçbir hayvana kötü davranılamaz, acımasız ve zalimce eylem yapılamaz.

İslam dini canlıların öldürülmesinin yasak olduğu bir bölge ilan ederek; insan ve diğer canlıların birlikte nasıl yaşaması gerektiğinin fiili tatbikatını yaptırarak medeni bir toplumun nasıl olduğunu göstermektedir. Harem Mekke ve Medine şehirleriyle çevrelerindeki belirli bölgeler için kullanılmaktadır.

Yasak bölge (harem) denilmesinin sebebi, zararlılar dışında canlılarının öldürülmesi ve bitki örtüsüne zarar verilmesinin haram kılınmış olmasındandır. Mekke ile Medine'nin etrafında, bitkileri koparılmaması ve av hayvanlarına zarar verilmemesi için belirli sınırlar çizilmiştir. Haremde bulunan kimse, ihramlı veya ihramsız olsun, zararlılar dışındaki av hayvanlarını öldürmek, bitki ve ağaçları kesmek veya sökmek yasaklanmıştır.

Dünyada ilk sit alanı ve doğal yaşam parkı ilan edilmiştir. Bu sınırlar içerisinde hayvanların yaşam hakkına uyulmakta ve uymayanlar cezalandırılmaktadır. Müslümanların ömründe bir defa yapması farz olan hac ibadetinde ihrama girerek harem bölgesinde bulunması sırasında bu kurallara uyması zorunludur. Böylece insanların diğer canlılara nasıl davranması gerektiğinin tatbikatı yapılmaktadır.

Medeni toplum bütün canlıların birlikte güven içinde yaşadığı toplumdur.