Önsel Ünal / Gazeteci-Yazar / [email protected]

Şeker, insanların beslenme alışkanlıkları içerisindeki yeri ve sağladığı enerji sebebiyle önemli bir gıda maddesi olma özelliği taşırken, bugün AB ve pek çok ülke, ekonomiye sağladığı yüksek katma değerden ötürü şeker sanayilerini korumak amacıyla, nişastadan tatlandırıcı üretimini kotalarla sınırlandırmış durumda. Türkiye'de bu konuda sıkıntılar var. Çünkü Nişasta Bazlı Şeker üreticileri şeker pancarından üretilen şekere karşı kendilerini rakip gibi gördükleri için tartışmalar sürüp gidiyor...

Türkiye'de tarımsal sanayiin itici gücü durumundaki şeker pancarı en önemli sanayi bitkimiz. Türkiye'de bir yılda 228 Pancar Bölge Şefliği denetiminde, 580 alım merkezi yoluyla, 3 milyon 284 bin 369 dekar alanda pancar ekimi yapılıyor.

Yılda ortalama 16.5 milyon ton civarında elde edilen pancardan 2.5 milyon ton şeker üretiliyor. Türkiye'de, ham maddesini şeker pancarının oluşturduğu “şeker sanayii'' tarıma dayalı sanayilerin öncülerinden biri durumunda.

Şeker pancarı tarımı ile Türkiye'nin 64 ilinde, 6 bin 206 köyde, 500 bine yakın çiftçi ailesi geçimini sağlıyor. Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda Türkiye'nin sosyo-ekonomik yapısı açısından şeker pancarının sağladığı 3 milyar TL'lik katma değer diğer ürünlere göre önde yer alıyor.

AB'nin şeker üretimini desteklediği bilinirken, Dünya Ticaret Örgütü'nün (DTÖ) AB'ye şeker rejimini değiştirmesi için baskı yaptığı da bilinen başka bir gerçek. AB ise baskılar sonucu çeşitli destekleri kaldıracağını açıklarken, bu Avrupa şeker sektörünü yeniden yapılanmaya doğru itiyor.

AB'nin şeker üretimini düzenleyen CMO'da pancar şekeri ile nişasta bazlı şeker (NBŞ) üretimi yer alırken, düzenleme pancar şekeri ve üretimini, minimum şeker alım fiyatıyla garanti altına alıyor. Şeker üreticileri için getirilen fiyat garantilerinden pancar şekeri ile izoglikoz ve inulin şurubu üreticileri yararlanırken, glikoz şurubuna herhangi bir teşvik yapılmıyor.

AB ülkelerinde NBŞ'lere tanınan kota, bütün şeker üretiminin ortalama yüzde 2 ya da 3'ünü oluşturuyor. Türkiye'de ise bu kotalar yüzde 15'lere kadar çıkabiliyor. Avrupa'da NBŞ üretiminin kota ile sınırlandırılmasının sebebinin, pancar şekeri üretiminin, tarımı, teknolojisi ve yan ürünleriyle ekonomik olarak yetiştirildiği ülkelere sağladığı katma değerin büyük olmasından kaynaklanıyor.

Türkiye'nin bu katma değere Avrupa ülkelerinden daha fazla ihtiyacı bulunmasına karşın, uluslararası lobilerin baskısıyla NBŞ'li şekerlerin kotası yüksek tutuluyor. Şeker pancarından üretilmesi gereken şeker kotaları bu üretim türüne veriliyor.

İnsanlık için en önemli gıda maddelerinden birisi olan şeker'in üretildiği şeker kamışı ve şeker pancarı bitkisel kökenli enerji hammaddesi olarak geleceğin petrolü olarak görülüyor. Yüzyıllarca önce Hint yağının kandillerde yakılmasıyla başlayan biyoyakıt kullanımı günümüzde gelişmiş ülkeler başta olmak üzere pek çok ülkede enerji, çevre ve tarım politikalarında önemli yer edinmiş durumda.

Devlet Planlama Teşkilatı uzmanlarından Emrah Hatunoğlu' nun hazırladığı "Biyoyakıt Teknolojilerinin Tarım Sektörüne Etkileri" adlı tez, "çağın yakıtı" olarak tanınan biyoenerji türevlerinin, Türkiye'deki geçmişine ilişkin ilginç bir detayı gün yüzüne çıkarıyor. Gelişmiş ülkelerde bile geçmişi 20-30 yılı ancak bulan biyoyakıtlarla ilgili, Türkiye'nin 1930'lu yıllarda raporlar hazırlayıp, üretime geçtiği, tezde yer alan arşiv belgeleriyle kanıtlandı.

Biyoyakıt ilk olarak 81 yıl önce Atatürk'ün talimatıyla kullanıldı

Belgelere göre dünyadaki biyoyakıt teknolojisinin ilk örneği, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'na bağlı Atatürk Orman Çiftliği bünyesinde geliştirildi. 1934'ten itibaren bugünkü adıyla biyodizel üretiminin çiftlikte kullanıldığı kaydedilen tezde, "Atatürk'ün de talimatıyla dönemin milletvekilleri ve ilgili kurumların yetkililerinin 1934 yılında imzaladığı belge, Türkiye'de biyoyakıta ilişkin ilk resmi belge olması açısından önemlidir.

Belge, çiftlikte 'Bitkisel Yağların Tarım Traktörlerinde Kullanımı' isimli çalışmanın devletçe başlatıldığını gösteriyor. Çalışma ile çiftlikte tarımsal üretimde faaliyet gösteren traktörlerde bitkisel yağların yakıt olarak kullanımı sağlanmış. Böylece, o zamanki adı bitkisel yağ da olsa, biyodizelin araç motorlarında kullanımı gerçekleştirilmiş.

Hatta ilgili çalışmada bu çabaların olumlu sonuçlar verip 1942 yılında Türk Silahlı Kuvvetleri'nin benzin ihtiyacının yüzde 20 oranında biyoetanol ile harmanlanarak karşılandığı belirtilirken bu başarılı sonuçlara rağmen Atatürk'ün ölümü ve ikinci dünya savaşının patlak vermesi gibi nedenler ile sektörün gelişmesinin durduğu iddia ediliyor.

Ülkemizde kurulu olan şeker fabrikaları özellikle biyoetanol üretiminde hammadde ve teknoloji bakımından gelişmiş bir altyapıya sahipler. Bugün şeker pancarından şekerin yanı sıra biyoetanolda üretilmektedir. Sadece şeker pancarı değil, şeker prosesinin artığı olan melas da iyi bir biyoetanol hammaddesidir.

Türkiye'nin şeker pancarına dayalı, biyoetanol üretim kapasitesi; Türkiye'de şeker pancarı tarımı yapılabilecek alan, 32 milyon dekar (da),şeker pancarı bir münavebe bitkisidir ve aynı tarlaya 4 yılda bir kez ekilmektedir, dolayısıyla her yıl pancar tarımı yapılabilecek alan, 8 milyon dekardır.

Şeker rejimine göre kotaya uygun şeker pancarı tarımı, 3.5 milyon dekardır. Biyoetanol üretimine dönük şeker pancarı üretimi, 4,5 milyon dekardır. 4,5 milyon dekar şeker pancarından üretilecek biyoetanol: 2-2,5 milyon tondur.

Gıda ve yem dengesi gözetilmek koşulu ile sadece şeker pancarı tarımına dayalı biyoetanol potansiyeli benzin tüketimi tamamına karşılık gelmektedir (Ar, 2013). Türkiye'deki biyoetanol tesisleri bakımında 3 adet tesis mevcuttur, Konya Şeker San. ve Tic. A.Ş. Çumra Şeker Fabrikası, Tarımsal Kimya Teknolojileri San. ve Tic. A.Ş. ve Tezkim Tarımsal Kimya İnş. San. Ve Tic. A.Ş'dir.

Bunların içinde Konya Çumra Şeker fabrikasının, günlük 280,000 litre Biyoetanol, yıllık ise, 84.000,000 litre kapasiteye sahiptir. Yenilenebilir Enerji Genel Müdürlüğü'nün 2014 verilerine göre Yenilenebilir Enerji Kaynakları Destekleme Mekanizması (YEKDEM), kaynak türü olarak biyokütle bazında 14 tane çöp gazı tesisi, yine biyokütle bazında, 4 adet hayvansal ve bitkisel atık vb. tesis belgelendirilirken, toplamda kaynak türü olarak biyokütle bazında 23 tesis belgelendirmiştir.

Ülkemiz petrol tüketiminde yüzde 90'dan fazla dışa bağımlıdır. Bizim olan, kendi öz kaynaklarımızla ürettiğimiz her damla biyoetanol dışa bağımlılığımızı azaltacak, enerji arz güvenliğimizi sağlamasının yanı sıra ülkemizde pek çok sektörde istihdam, tarımdan sanayiye, ulaştırmadan bankacılık sigortacılık sektörlerine kadar pek çok alanda iş hacminde genişleme ve katma değer yaratacaktır. Ayrıca, oluşacak yeni vergi imkanlarını da unutmamak gerekir.

Etanol endüstrisi bırakın enerji arz güvenliğini, istihdamı, 2011 yılında ABD ekonomisine 8,2 milyar dolarlık yeni vergi hasılatı yaratmış. Ülkemizde şimdiye kadar vergi kaybı diye desteklenmeyen biyoetanol sektörü, ABD'de gelir kaynağı olmuş.

Ekonomik krizden çıkış için bir argüman olmuş. Her ay Obama tarafından yapılan Beyaz Saray konuşmalarındaki başlıklardan biri olmuş. Benzer etkiler bizim ülkemizde de yaratılamaz mı? Tabi ki yaratılabilir. Sadece yüzde 2 oranında kullanılacak biyoetanolle bile enerji tarımı canlanacak, tarımda, sanayide istihdam yaratılacak, yeni vergi imkanları doğacaktır. Enerji arz güvenliğimiz artacak, diğer yandan doğaya daha az karbondioksit salınacaktır. Bütün bunlar, bırakın şeker pancarını, buğdayı, mısırı şeker prosesinin artığı olarak elde edilen melas kullanılarak da elde edilebilecek tasarruflardır. Ancak bütün bunlar için bir zihniyet devrimine ihtiyaç vardır.

Biyoetanolü elde edersiniz, atığınız değerli bir yemdir. Şeker pancarıyla yapılan üretimden küspe, mısırla yapılan üretimden yüksek proteinli DDGS yemi elde edilir. Yani olaya bir de şöyle bakalım. Eğer biyoetanol üretmeseydiniz yem bitkilerinin ekimi için yine araziye ihtiyacınız vardı. Ama ürettiğiniz üründen hem biyoetanol elde ettiniz hem de yem. İşte kazan-kazan budur. Tarım da kazandı, enerji de kazandı, çiftçi de kazandı, sanayici de, yani kısaca ülke kazandı, ülke ekonomisi kazandı.

Sonuç olarak zarar ediyor denilerek ülke ekonomisine yük olduğu iddia edilen Güneydoğu Anadolu bölgesinde bulunan şeker fabrikalarının kapatılması yerine bu fabrikaların her birinin biyoyakıt üretim tesislerine dönüşümleri sağlanmalıdır. Bu fabrikaların mevcut atıl kapasitelerinin değerlendirilmesiyle biyoyakıt üretiminin bir fırsat olarak görülmesi hem bölgeye istihdam olarak çok önemli ivme getirecek, hem de başta terör olmak üzere göç ve işsizlik oranında büyük azalmalar yaşanacaktır.