Birçok kez dile getirdiğimiz gibi ülkemiz potansiyel olarak et sığırcılığından ziyade, süt sığırcılığına müsait bir coğrafyada yer almaktadır.

Mera alanları ve kalitesi bakımından maalesef etçi sığırların yararlanabileceği yeterli alana sahip değiliz. Mevcut alanları da tam anlamıyla kullanabildiğimizi de söylemek çok fazla iyimserlik olur.

Büyükbaş hayvancılığımızın büyük çapta entansif şartlarda yapılması, sürekli bir para girişinin olmasını da gerektirmektedir. Bu da ancak süt üretimi ile sağlanmaktadır.

Tüm ekonomilerde olduğu gibi, hayvancılık ekonomisinde de sürdürülebilirlik, faaliyetlerden kaynaklı karlılığa bağlıdır.

Ancak süt fiyatlarında bu husus geçmiş dönemde enflasyonu tetikler endişesi ile sürekli baskı altına alınmıştır. Son olarak 15 Kasım 2019 tarihinde yapılan düzenleme ile 2,30 TL olarak belirlenen süt fiyatı süt ürünlerinin zamlanmasına rağmen,hala yerinde saymaktadır.

Kazanamayan bir sistemde sermaye gücü olanlar geçici süre ile bu zararı sineye çekseler bile, uzun bir süreç için zararı sineye çekme sürdürülemez. Dolayısıyla, sütçü işletmelerde küçülmeler ve kapanmalar söz konusu olmaktadır.

Girdi fiyatlarının bu denli arttığı hiçbir sektör ürettiği ürünün fiyatının yerinde saymasını kaldıramaz.

En basit bir örnek verirsek; geçen sene tonu 1050 TL’ye alınan yonca bu yıl 1425 TL’den alınmaktadır. Gelen zam oranı %36’dır. Bu arada yemin çuvalı da 100 TL’yi geçmiştir.

Bu şartlarda insanlara kazanmadan üretin baskısı uygulanmaktadır.

Bunun sonucu olarak birçok yetiştirici maalesef işi bırakmış ve birçoğu da bırakmayı planlar hale gelmiştir. Hiçbir özel teşebbüste zararına sürdürülebilir bir üretimin yapılamayacağı gerçeğinden hareketle, zaman kaybetmeden süt fiyatının reel giderler göz önüne alınarak belirlenmesi gerekmektedir.

Süt fiyatının belirlenme sistematiği konusunda da revizyon gereği açıktır ve yapılacak bu revizyonda nasıl yem sanayi ve süt sanayi kendi fiyatlarını kendileri belirliyor ise, süt fiyatının belirlenmesinde de üreticilerin büyük oranda söz sahibi olduğu bir sistemin kurulması gerekmektedir. 

Bunları yapmaz isek, gıdada enflasyonun artmasının önünü kendimiz açmış oluruz.

Bir ürünün fiyatını arz talep belirler.

Döviz kurunda meydana gelen değişimler ile ithalat yoluyla süt ve süt ürünlerinin ve hatta canlı hayvan ve etin ucuza temin edilmesinin yolu da kapanmıştır.

Ayrıca, sektörden çıkışlar yoluyla kaybedilecek iş gücünün işsizlik oranlarına etkisinin de analizinin yapılması büyük önem taşımaktadır.

Sonuç olarak üretimi sürdürülebilir kılacak makul bir fiyatın belirlenmemesi durumunda damızlık değer taşıyan düve ve ineklerimizin kesime sevk edilecekleri önceki yıllardan kazanılan tecrübe ile sabittir.

Bunun sonucunda üretilen süt miktarı azalacak, fiyatlar belki de gereğinden fazla zamlanacaktır.

Ayrıca, anne materyalinin azalması sonucu azalacak yeni doğan buzağı sayısı ile damızlık düve ve et üretiminde dahi geriye gidiş ve buna bağlı et ve damızlık düve fiyatlarının da gereğinden fazla zamlanması söz konusu olacaktır.

Ülkemizin geleceği açısından kısa raf ömrü ve depolanmasındaki sıkıntılardan dolayı süt ve süt ürünlerinde dışa bağımlılığın bedeli çok ağır olacaktır.

Bu nedenle reel maliyet analizlerine dayalı bir mekanizma ile çiğ süt fiyatlarının revize edilmesi ve yurt dışında olduğu gibi aylık bazda fiyat düzenlemelerinin yapılması ülkemizin gıdada bağımsızlığı bakımından büyük önem taşımaktadır.

Ülke olarak aklımızdan çıkarmamamız gereken söylem “GIDAYA HÜKMEDEN DÜNYAYA HÜKMEDER” söylemi olmalı ve bu yolda Milli Tarım Politikalarımızı geliştirmeliyiz.