Yaşanan pandemi sürecinde tarım sektöründe üretim tüm zorluklara karşın devam ederken covid-19 dışındaki etkenlerde üreticiye bulaşmaya başladı.

Maliyet artışlarına yönelik yayınlanan tarımdan haber internet sitemizden ve gazetemizden de takip ediyorsunuzdur.

Gübre, zirai ilaç ve tarımsal mekanizasyon sistemlerinde ki fiyat artışları köylüye olumsuz yönde yansıyor. Bir ay içinde gübrede yaşanan %25’lik artışı çiftçinin yetersiz desteklerden çıkartması mümkün olmadığı gibi, bu durumun üretim maliyetlerine olumsuz yönde yansıması ise farklı sorunların yaşanacağını bizlere göstermekte.

Geçen hafta Ankara, Kırşehir, Yozgat ve Kırıkkale illerini kapsayan ziyaretlerim oldu. Bölge esnafı ve çiftçilerle yaptığımız durum değerlendirmesinde ise sorunun üretimde değil, döviz artışlarına paralel olarak maliyet artışlarında ki kalemlerde yaşanmasının büyük sıkıntılara yol açacağı konusundaydı.

TÜİK verilerini tamda burada tekrar hatırlatmakta fayda var.

2002 yılında tarım çalışanı sayısı 7 milyon 458 bin kişiyken, 2020 Şubat ayı itibariyle 4 milyon 157 bin kişiye gerilemişti.18 yılda 3 milyon 301 bin daha az tarım çalışanı anlamına geliyor. Bu sayının artması ise toplumsal bir sorunun fitilini ateşleyebilir.

4 milyonluk tarım çalışanı sayısı çapraz etkisiyle, 83 milyonluk Türkiye nüfusunun 15 milyonuna yakındır. Bir sektör gözüyle bakarsak bu denli işçi kıyımın yaşandığı bir başka sektör daha göremezsiniz.

Peki, tarımsal küçülme köylüyü üretimden uzaklaştırırken bazılarına bu küçülme nasıl yansıyor?

Türkiye'de dört aylık pandemi döneminde milyonerlerin serveti 210 milyar 874 milyon TL artmış, toplam milyoner sayısı ise 268 bin 602 kişiye dayandı. Hesabında 1 milyon lira veya üzeri parası olan mudi sayısı, 2020 Haziran döneminde geçen yılın aynı dönemine göre 67 bin 435 kişilik artışla 268 bin 602 kişiye yükseldi.

Bu denli bir gelir adaletsizliği artışı sorgulanmalı.

Bir kesimin zenginleşmesi ne yazık ki gemide olan herkesin zenginleştiği anlamına gelmiyor. Oysaki söylem çok basitti ‘’Hepimiz Aynı Gemideydik’’ Üretenin değil de parası olanın servetine servet kattığı bir toplumsal yapının yansıması büyük sıkıntıların yaşanmasına sebep olur.

Kamu bankalarında ucuz faizli ev kredileri verilmesi sadece evleri olanların ev sayısını artırmasına yarar. Üretimin desteklenmesini bırakın, kur temelli maliyet artışlardan üretenin korunmasına yönelik hiçbir tedbir yok.

Vergi borcu sıfırlanan şirket furyasının yaşandığı son yıllarda çiftçinin borcunun ertelenerek faizi ile tahsil edilmeye çalışılmasını ben anlayamıyorum.

Anlayan birileri varsa ve anlatırsa sevinirim.

Sayıştay raporlarına göre, Osmangazi köprüsünü işletenler, devlete 568 Milyon TL (eski parayla 568 trilyon) borç takabiliyor!

Oysa geçmeyen her araç için bu millet onlara hazineden 37,8 Dolar para ödüyor.

Tüm bunlara rağmen müjdeli haberlerin yaşanacağı günleri de bekliyoruz.

Örneğin Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli’nin 07.02.2019 tarihli açıklamasında verdiği müjde gibi. 2021 yılının sonu itibarıyla herhangi bir et ithalatının olmayacağını
bildirmişti sayın bakan.

Yine 13.08.2018 tarihli açıklamasında İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali, piyasalarda gelinen noktanın "ekonomik temellerle izah edilemeyeceğini" öne sürerek, "Dövizle geliri olmayanın dövizle işi olmamalı, Ayşe teyzenin ne işi var dövizle? “demişti.

Hakikaten Ayşe Teyzenin ve sarı çizmeli Mehmet Ağa’nın dövizle en ufak ilişkisi olmamasına rağmen ürettiklerini dövize kaptırmaları bana hep trajik gelmiştir.

Yıl oldu 2020 ;

Ayşe teyze ürettiklerini dövizle satmasa da, döviz maliyetli üretim yaptığı için, döviz Ayşe teyzemin alın teri ile ürettiklerini sıfırlamaya devam ediyor.

Tüm bunlara rağmen döviz ile maaş almadığımız için döviz yükselince endişelenmenin ne denli yersiz olduğunu hamdolsun Ayşe teyzem kadar bende anladım.